Mustafa Güneşi Düşünürken...
Orhan Öztürk

Orhan Öztürk

Mustafa Güneşi Düşünürken...

30 Nisan 2022 - 17:38 - Güncelleme: 10 Mayıs 2022 - 23:40

Onunla tanıdığım 1974 yılında Kıbrıs Zaferinin hatırasını yaşatmak için adını koyduğu Girne Manifaturası dükkanını çalıştırıyordu.

İskilip’te bastırdığı naylon çantalarla bu zaferin hatırasını canlı tutmaya çalışırdı. Poşetlerin üzerinde ve dükkanının tabelasında Kıbrıs haritası vardı. Bu çantaların girmediği çok az ev kalmıştır.

Biz o zamanlarda rahmetli Tavukçu Hocanın Çakmakdede Kuran Kursuna devam ederken Çarşı camisinin de müdavimleriydik.

İskilip’te Mustafa abinin dükkanı da tam bu mezarlığın ve caminin dibindeki yivlik çeşmesin karşısındaydı.

Şimdi tarım ilaçlarını satan Gökçe Sarının bulunduğu dükkandı.

İskilip’te Yenicami, Şeyhasu ve her tarihi cami gibi Çarşı camisinin de ön tarafında estetiği yüksek mezartaşlarının bulunduğu mezarlar vardı.

Camiden çıkan cemaatten çoğu onlara bir Fatiha okur sonra dükkanını açardı.

Bu mezarların önce mezartaşları sonra da mezarlar kayboldu. Buradaki mezarları dümdüz edip güzelce çimlendirdik. Ölülerimizle birlikte yaşarken şehir içlerindeki bu tür mezarlar Türkiye’nin çoğu yerinde şehir kenarlarına taşındı. Artık hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayata adım adım sürüklenmeye başladık.

Ev alırken mezarlığa bakıyor olması fiyatı düşürürdü.

Cennete girmeyi isterdik ancak bunun için ölmek ....

Ölmeden cennete nasıl girilir ki...

Şehirler büyüdükçe eski mezarlıkları kaldırıp yerlerine evler, dükkanlar, apartmanlar inşa ettik.

Zaten başka ne yapacaktık ki...

O değerli araziler arsalar park bahçe olacak değildi ya...

İskilip’te özellikle manifaturacı esnafı ve diğer esnaf dükkanları müdavimleri ve müşterileri sebebiyle sadece alış verişin değil kültürün, geleneklerin yaşatıldığı, ilmi ve siyasi sohbetlerin yapıldığı kültür merkezleri gibiydi.

Hele ki dükkan sahiplerinin siyasi yönleri varsa şehrin nabzı büyük ölçüde buralarda atardı.

Hüseyin Mıhçı, Mustafa Abaza, Mehmet Madanoğlu, İsmail Erişen, Mustafa Mıhçı, ihsan Çerkeşli, Mehmet Sünnetçi, Kaleardından Kadir Hoca, İsmail Aktaş, Tavukçu Hoca, Faik hoca gibi daha birçok kişinin yivlik suyuyla demlenen çaylar eşliğindeki bazen atışmalarla geçen güzel sohbetlerine onun dükkanında şahit oldum.

Ortaokul ve Ankara’da parasız yatılı okuduğum Atatürk Lisesinin tatillerinde özellikle yazları, çarşıda en sık uğradığımız yerlerden birisiydi.

Bu sohbetlerden çok şey kazandım. Çok şeyler öğrendim.

Eniştesi Ahmet Kahramanın tezgahtar olarak yanında çalışırdı. Kendisiyle gençlik yılları arkadaşlığımızın olması da bu açıdan etkiliydi.

Ahmet Kahraman 12 Eylül öncesi İskilip’te ülkücü gençliğinin önemli ve sevilen, kitap okuma delisi, lise mezunu olduğu için fikri derinliği yüksek simalarından birisiydi.

Üniversite eğitimini almadığı için düşünce dünyası bulanmamış, mantıklı düşünme reflekslerini bizim gibi kaybetmemişti.

Bizdeki eğitimin insanları cahilleştiren formatından uzak kalabildiğine dair örneklerden birisini onda gördüm.

Devlet, siyaset, parti ve ideoloji kavramlarını kafasında çözüp bitirmiş nadir insanlardan birisiydi.

O sebeple daha sonraları gönül dağının dizisinin güneş toplayan delisi gibi işi dervişliğe vurdu.

Mustafa abinin evinde çok kereler yediğim yemeklerin lezzeti hala hafızamdadır.

O kadar çok yemek yediğim, yatıp kalktığım halde hanımı Zeliha ablanın sesini ve yüzünü yeğeniyle nişanlandığımda görmüştüm.

Mutlaka vardı ama adeta yürüyen bir melek gibi olan hanımının da sayesinde İskilip’te evinde misafiri eksik olmayan ancak haremlik selamlık uygulamasına onun kadar dikkat eden, hassasiyet gösteren birisini görmedim desem yalan olmaz.

Kaç göç, haremlik, selamlık, kız çocuklarının okuması, erken evlendirilmesi konuları maalesef en sakil, yanlış, eksik kanaatlerin oluştuğu alanlardır.

Kendi ifadesiyle Türk’ün islam ülküsü kıvamındaki ülkücü meşrebi ve muhafazakar kişiliği sebebiyle İskilip’in o dönemdeki özellikle MHP ve MSP li olarak bilinen ve bugün çoğu rahmetli olan kişileri; Mustafa abinin dükkanının müdavimiydiler.

Birbirleriyle atışır ve rahatlamış olarak giderlerdi.

Yakın geçmişlere kadar devam eden ancak parti ve ideolojik şartlanmalarla eski duruşların değişmesinden sonra İskilip’te gençler arasındaki toplu mahalle kavgaları dönemi bittiği için bu yolla vaziyeti idare ederlerdi.

Ancak dostluklarını korur kalbleri kırılmazdı. Mahalle kavgalarında da birbirlerini taşlayan, Ulaştepenin, Meydanın, Mutafların, Zeyköyünün gençleri ertesi gün dükkanda yaptırdıkları tepsiyi yerken yaptıkları kavganın seyrini özetleyerek anlatır, şakalaşırlarmış.

Anadolu’nun bir çok kasabasında bu tür mahalle kavgalarının sosyal ve psikolojik değerlendirmesinin yapılmaya ihtiyacı vardır sanırım.

Çünkü bu kavgalar arkasından kin güdülmez, düşmanlık olmazdı. Mafya jargonuyla diyelim; kişisel algılanmazdı. Kavga edenler az zamanda birbirleriyle rahatça kanka olabilirdi. Bu ilginç bir husustur.

Gençler arasındaki rekabet esaslı bu olgunun bu milletin savaşçılığında önemli bir yeri olsa gerektir.

Kavgaya rağmen dost kalabilmek ilginçtir. İslam tarihi ve Anadolu coğrafyası bu açılardan ayrıca incelenmeye değer örneklere sahiptir.

Bugün bunu anlamak kolay değil...

Bunu bir parça izah etmek lazım. Bence imparatorluk yapısından çıkınca kurulan ulus devletçi yapıda herkesim için değişik markalı özel ideolojiler üretilmiştir. Böylece bu coğrafyada farklılıkların birlikteliği tedricen sona ermiştir. Hepimiz kendimize uygun bulduğumuz bir cephede savaş mevzisini aldık. Batı kültürünün ve medeniyetinin ürettiği kavramlarla kendimizi yeniden tarif etmeye başladık. Bu biraz da sağlam organımızı ameliyat etmek gibi oldu.

Parti , ideoloji, etnik kimlik gibi batı medeniyetinde üretilmiş jargonların pek konuşulmadığı o dönemlerdeki mahalle kavgalarının ertesi gün hiç olmamışçasına günlük rutinlerinin devamı asla mümkün olamazdı.

Bugün artık kendimize uygun cephelerde mutlu mesut yaşıyoruz.

O dönemlerde DP’li AP li ailelerin çocuklarının MHP li ve ülkücü olmaları adeta gelenek gibiydi.

Benim dönemimde gençler Parkın karşısındaki Büyük Ülkü Ocağı ile Çakmakdede arasında yani MHPli ülkücü kimlik ve MSP li, MTTB,li Milli Görüş ‘ün arasında gidip gelirdik. İmam Adil Elmalı Milli Gazeteyi bize getirip okutur, Kadir Mısıroğlu, Bedir Yayınevi Sahibi Mehmet Şevket Eyginin, Necip Fazılın kitaplarıyla tanıştırmıştı.

Tavukçu hocanın politik duruşlara hiç girmeden, kucaklayıcı ve kuşatıcı yapısını koruyarak MSP sempatisi okuttuğu talebeleri, yetiştirdiği imamları büyük ölçüde etkilemiştir.

Ancak muhafazakar milliyetçi kimliklerin arasında bazı farkların olduğunu biz başka şehirlere özellikle büyük şehirlere gidince fark etmiştik.

Aynı türküleri söyleyen, aynı dünyaları terennüm eden bizleri hangi sosyal mühendislik karşı karşıya getirdi, ayrı bir bahistir.

Bizim solcularımız bile namazını kılan, camiden eksik olmayan, milliyetçilik refleksleri yüksek kişilerdi.

Sandıktan AP oylarının ezici çoğunluğuna rağmen sokakta ve çarşıda ülkücü gençlerin söylemleri daha baskındı.

Özellikle 1977 belediye seçimi MHPnin çok iddialı olduğu, aksiyonu yüksek bir seçimdi.

MHPnin adayı Muammer Bilgen’di ve seçimi kazanacağına inanıyordu. O ölçüde bir iddialı aday 1994’e kadar çıkmadı, çıkamadı.

1994 de koalisyon döneminde MHP li aday Mehmet Lokumun seçimi kazanması bu sebeple gecikmiş bir zafer ve duygu yoğunluğu yüksek bir havada kutlanmıştı.

Bu seçimi anlamak için 1989 belediye seçiminden bahsetmek zaruridir.

1989 belediye seçiminin esasında Çaloğlu Sünnetçi mücadelesi ile geçmesi, Murat Manici kadar Sünnetçinin ön planda olması ve seçimin adeta başa baş sonuçlanması; İskilip’te gerginliği ciddi şekilde artırmıştı. Çaloğlunun ikinci dönemi icraattan ziyade bu sebeple belediye icraatları ve önde gelen simalar arasındaki tartışmaların gölgesinde geçmişti.

Sünnetçi belediye uygulamalarını mülkiye müfettişi titizliğinde ele alırdı.

Çaloğluna karşı yaptığı muhalefeti kendi ifadesiyle şahsi bir davanın değil memleket davası olarak değerlendirirdi.

Bu ortamda Mustafa abi Sünnetçi tarafında pozisyon almıştı.

Bugünden geriye bakınca esas meselenin Çaloğlunun terminali, ekin ve sebze pazarını, belediye eklentilerini Hacıgarani köprüsünün ilerisine taşıyarak şehri büyütme gayreti ve vizyonu vardı.

Ancak bu esnadaki usulsüz imar ve gereksiz istimlak uygulamaları, halk profesörü olmasına rağmen muhaliflerine karşı uzlaşmaz, sert tavırları İskilipi epey yormuştur.

Mustafa Güneşin tenkitlerine karşılık dükkanından yol geçirmeye yönelik hazırlıkları; aralarındaki ihtilafın daha da derinleşmesine yol açmiştı.

Bu ve konuşulacak pek çok konudan kaynaklanan gerginlikleri MHP ciddi bir şekilde propaganda malzemesine dönüştürebildi. Kavgayı bitirmeye geldik söylemleri de seçimi kazanmasında etkili olmuştur. Milletimizin kavgacıları pek tasvip etmeyen ama kavgayı seyretmeyi seven yapısını siyasilerimizin gözden uzak tutmaması şarttır kanaatimce...

Sünnetçinin bu noktada şahsi meseleleri için değil memleket menfaatini gözettiğim için maalesef kavgacı ilan edildim diye ciddi bir gönül küskünlüğü hala devam etmektedir.

Haksız da değildir bence...

Aslında memleketi uğruna için kötü olmak büyük fedakarlıktır. Devletin bekası için çocuklarından vazgeçen Osmanlı padişahlarının fedakarlığına elbette kimsenin ulaşması mümkün değildir. Siyasi tartışmalarda bazen haklı ya da haksız olmanın esprisi ortadan kalkıyor demek ki...

Burada esas kaybımız; yerel seçimleri adeta bir Türk Yunan savaşı havasında, ciddi küskünlüklere, gönül kırgınlıklarına yol açarak yapma geleneğimizdir.

Siyaset iddia, hırs, rekabet işidir, tamam ama bu millete yakışmayan ne varsa fütursuzca seçim ortamında gündeme gelebilmektedir.

CHP ve solun oy etkisi İskilip’te fazla olmamasına karşılık şehrin ağırlıkla solcu gençler yerli ailelerden çıkardı.

Ticaretteki durumları, öğretmen kadrosunun büyük oranda milliyetçi sol denecek tarzdaki eğilimlerinin etkisi, ailevi zenginliklerinin etkisiyle solcu bilinen gençler daha dışarıya açık ve eğitimliydiler.

Kitap okuma alışkanlığı sağdaki gençlere göre biraz ilerideydi.

Türkiye’de sağcıların fazla kitap okumadığı, solcuların da her okuduklarına inandığını yazanlar vardır ki; çok da yanlış değildir.

Bedri Atalay, Süreyya Dursun, Ali Genç İskilip’in bu açıdan yakından tanıdığım ve bilebildiğim önde gelen isimleriydi.

İskilip’in köylerinden çıkan solcu gençler sağcı gençlere göre çok azdır.

Muhafazakar sağ eğilimli gençlerin daha çok köy kökenli olması kasaba sosyolojisi açısından incelenmeye değer.

O günlerde komünizm tehlikesi kadar Suudi Arabistan kaynaklı vahhabilik akımının Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışırdı.

Harf devriminden önce yazılmış, isimlerini Batılıların bizden daha iyi bildiği muteber kitaplardan yapılan derlemeleri ve tercüme eserleri yayınlayan İhlas Vakfının yayınladığı kitaplardaki fıkıh ve itikat meselelerini büyük bir samimiyetle anlatırdı.

12 Eylül’le beraber komünizm tehlikesi bertaraf edildi. Komünistlerimiz refah ve zenginliğin arttığı, giderek dışarıya açılan ortamda parayı görünce kapitalist oldular.

Stalinist bir düşünce yapısına sahip kesimler ise Doğuda başlayan terörün siyasi ve fikri alt yapısına malzeme üretme arayışına girdiler.

Ancak Rabıta teşkilatı ve Suudi sermayesinin etkisi, Kenan Evren’in içerideki laik politikalarına karşılık dış politikadaki tutumları sayesinde vahhabilik cereyanı devam etti.

İran’ın da şiiliği siyasetin baskısı altına alarak 1979’dan sonra yaşayabilmek için devrim ihracına başlaması işin tuzu biberiydi.

Müzik bu açıdan çok etkili kullanılmıştır.

Bu akımlara karşı en büyük muhalefeti yapan kitapları dağıtma gayretinden hiç geri kalmadı. Tasavvuftan uzak bir Müslümanlığın siyasi İslamcılığa evrilişini her ortamda fütursuzca tenkit ederdi.

İslamın bütün insanlara yönelik kucaklayıcı ve kuşatıcı fonksiyonu; siyasetin konusu haline getirilerek maalesef daraltılmıştır.

Aynı süreç İran’ın da başına gelmiş, şia inancı siyasileştirilerek kullanmaya müsait bir aparata dönüştürülmüştür.

Belki de imar rantı ve devlet ihaleleri sebebiyle mücahitlikten müteahhitliğe kuralsızca, doymak bilmemecesine dönüşmenin altında yatan sebeplerden birisi de budur.

Yokluktan gelenler varlığın yükünü taşıyamadılar.

Zaman maalesef onu haklı çıkardı.

Cömertliği ve hasbi karakteri sebebiyle köyünden şehrinden gelenin gideninin de eksik olmadığı sabah kahvaltısı, öğlenleri yapılan tepsileri sebebiyle dükkanı bir ölçüde lokanta gibi çalışırdı.

Bu diğer esnaflar için de böyleydi.

Esnaf dükkanları öğlenleri yemek konusunda çevredeki komşuların, çoğu zaman müşterilerin bir araya geldiği muhabbetli mekanlardı.

O sebeple İskilip’te lokantacılık sektörü yakın zamanlara kadar fazla gelişememiştir. Daha çok köyden günü birlik gelenlere yönelik bir faaliyet alanı olarak kaldı.

Kendini sadece İskilip’ten Türkiye’den hatta dünyadan sorumlu gören anlayışın en yüksek olduğu şehirlerden birisiydi İskilip... Parti ve meşrep farklılıkları bu açıdan fazla önemli değildi.

Bu sebeple sohbetler bazen tatlı bir atışmaya da dönüşür, kişisel doğruları topluma da kabul ettirme refleksi yoğun olurdu.

Çorumluyuz birbirimizden sorumluyuz sözü İskilip’te dünyayı da içine alan bir muhteva bürünürdü.

Gözlemlediğim kadarıyla bu tür tartışmalar bir hakikat arayışına değil, karşısındakileri susturmaya yönelik olurdu.

Kaynağını gerçeklerden ziyade hakikattan alan fikirler birbiriyle çatışmaz birbirlerini destekler.

Demek ki bazı hususlarda ezberlerin değişmesi lazım.

Medreselerde okutulan münazara ilminin kuralları yerine kuralsız, desteksiz atışların olduğu bir münakaşa ortamına girerdik. Bu konu ülkemizin genelinde de farklı değildir kanaatindeyim.

İskilip’te bu açıdan kendini iyi ve ahlaklı insan yetiştirmeye adamış Tavukçu hoca, Hamdi Hafız Şaban hoca, Sarı İmam, Faik Hoca, Garavapur gibi özü sözü aynı mutemet şahsiyetler gençlerle yakından ilgilenir bir şeyler öğretmeye çalışırlardı.

Çakmakdedeye kuran kursuna giderken Fahri Ünalanın sinemasına da giderdik ve hoca bizi köşede gizlendiği kahveden takip ederdi.

Bu hocalar kişisel problemlerde, genelde ben ölünce ne olursa olsun anlayışıyla esasında dinen herkese vacip olan vasiyet bırakılmadığı için her sülale içinde çıkan miras kavgalarında arabulucu okurlardı.

Genelde de İskilip halkı bunlara karşı hürmet ve saygıda kusur etmez, yaptıkları faaliyetlere de maddi manevi destek olurdu.

Devletten tek kuruş yardım almadan yapılan bu hizmetler bağış ve yardımlarla, zekatlarla yürütülürdü. Bu alandaki istismarlar ise zannedildiğinden çok daha azdır.

Mustafa abi 1977 belediye seçiminde Meclis üyesi oldu. Doğru bildiği şeyleri hesapçı olmadan savunur,destekler, lafını esirgemez, yanlışlıkları da sonucunu hesap etmeden tenkit ederdi. Hak hukuk konusundaki hassasiyeti de yüksek birisiydi.

Üslubu biraz sert ve köşeliydi. İnanmış samimi bir müslümandı.

Siyaseti bir hizmet alanı olarak gören pekçok kişiden birisiydi.

12 Eylül öncesinde sağda solda herkesin içinde bir memleket kurtarma gayreti heyecanı vardı.

Bu heyecanlar özellikle darbenin arkasından gelen asker idare zamanında tarifi imkansız acılarla karşılaşmasına sebep oldu.

Muronun meşhur deyişini herkes hatırlar.

Taşıdığı üniformanın ne kadar kutsal olduğunu bilmeyen bir rütbeli yüzünden İskilipliler Askerlik Şubesinin önünden geçmemeye özen göstermek zorunda kaldılar.

Askerlik arkadaşı ve aynı dünyaları paylaştığı İhsan Çerkeşli ve Mustafa Mıhçı ile beraber Çorum’da Sıkıyönetim nezarethanesinden dört gün misafir edilerek darbeden onlar da nasibini almıştı.

Pekçok İskilip’li gibi Erzincandaki Sıkıyönetim mahkemelerine gidip gelmekten kurtulduğu için buna da şükür derdi.

İleri gelen pek çok kişinin siyasetten soğuması, kurtarmaya çalıştığı devletten gördüğü muameleler sebebiyle oldu.

Sağda ve solda bu travma o kadar etkili olduğu sonraki zamanlarda gençlerin siyasete ilgisizliği üniversite tez konularından birisi oldu.

Topluma örnek olabilecek insanların siyasetteki eksikliği, ilgisizliği özellikle yerel yönetimlerdeki yozlaşmanın sebeplerinden birisi olarak maalesef en büyük temel problemlerimizden birisidir.

Zaman geçtikçe de bu problemin yakıcılığı artmaktadır.

12 Eylül’ün getirdiği süreçler depolitizasyonu, çarpıklıkları daha da artırdı. İthal ikameci politikaların getirdiği istismar ve yetersizliklere karşı bu sefer de oluşturulan ihracata ve borçlanmaya dayalı ekonomik sistem Özal’ın politikalarıyla beraber ülkede refahı ve zenginliği artırdı.

Ancak bu zenginlik bizim toplumumuza ne kadar yaradı bilemem. Çünkü yokluğu paylaşmak kolaydır esas olan zenginliği paylaşabilmektir, derler. Bu açıdan biraz sınıfı geçmiş gibi görünmüyoruz sanırım.

Orta sınıf muhafazakar kesim siyasete ve bürokrasiye katıldıkça yıllardır devam eden ahlakı ve irfanı kıyma makinasına çeviren eğitim sistemimizin sonuçları ortaya çıkmaya başladı.

Çok savrulduk gibime geliyor ama bu doğal bir süreç mi yoksa yanlış uygulamalar mı bahsi diğer...

Buna rağmen heyecanını memleket sevdasını içinde taşıyan birisi olarak siyaset dışında kalarak dağıttığı kitaplarla ve sahip olduğu birikimler, tecrübeler etrafında dili döndüğünce anlatmaya çalıştığı ilmi dini bilgilerle çevresindekilere faydalı olmaya devam etti. Çocuklarını çevreye örnek bir ahlak ve karakterde yetiştirmeyi de başardı. Herkesin harcı değildir bu...

Sağda yayın yapan Tercüman gazetesinin özellikle muhafazakar kesimde bazı yetersizliklerinin, milli gazetenin de kucaklayıcı nosyonun eksikliği sonucu mevcut boşluğu doldurmaya çalışan Türkiye Gazetesinin temsilciliğini ve dağıtımını dükkanından yapmaya başladı.

Girne manifatura böylece şehrin nabzının tutulduğu yerlerden birisi olarak daha çok ilgiye mazhariyet oldu.

Mutemet kişiliği sebebiyle pek çok kişi onun dükkkanındaki kasasına parasını, altınını emanet ederdi. Bu emanetlerin hiçbirisini zayi etmemiştir. Çarşı küçük yer...

O dönemde Çakmak Dede Kuran Kursu, Kalearkası Kursu,her yerde Ülkü ocağı tabelasının İskilip’te Büyük Ülkü Ocağı olarak asıldığı mekanlar mini üniversite gibi çalışıyordu. gençlerin Buralar ülke sevdasının mayalandığı mekanlardı. Bunların dışındaki yerleri yakından görme şansım fazla olmadı.

Çakmak Dede Akşemsettin hazretlerinin Halife’lerinden birisi olup 40.000 civarında müridi olduğu kitaplarda yazılan, kabrinin üstünde bazen mum ışığı gibi geceleri ışıkların parladığı büyük bir zatmış. Malumdur ki Akşemsettin hazretlerinin yedi oğlundan birisi de Evlik’ te medfundur.

Burada Tavukçu hocanın özel gayretleri sayesinde İskilip’in çocuklarının neredeyse yarıdan fazlasının Elif cüzüyle tanıştığı bir gerçektir. Hoca ömrünün son yıllarında hastalığı sebebiyle talebe okuyamadığı için çok ağlamıştır. Bizzat şahit olduğum için söylüyorum.

Aynı faaliyet Kalearkası Kuran kursunda da yürütülürdü ancak resmî din görevlileri ile arada bir rekabet ortamının mevcudiyeti de bilinen bir husustu. Bu rekabetin yer yer 12 Eylül öncesinde bazı özel kişilerce çekişme ve husumetin konusu haline getirildiği vakidir.

Bu gibi ilim irfan yerlerine karşı kumarhane, uyuşturucu imalathanesi gibi baskın tarzında bazı uygulamaların jandarma eşliğinde ve bazı müftülerce organize edildiği dönemleri maalesef yaşadık. ‘

‘Yasadışı Kuran Kursu’ işletmeciliği kavramı ikna argümanları eşliğinde bürokratik literatüre girebilmiştir.

Kimseye de bu kavramın ters gelmeyişi konunun en acıklı yönlerinden birisidir.

Çakmakdede Kuran Kursu İskilip ileri gelen hocalarının din görevlilerinin sürekli gelip giderlerdi.

Çayların içilip yemeklerin yendiği, manevi atmosferi yüksek bir yerdi. Tavukçu hocanın damadı Satılmış abi buranın temel direklerinden birisiydi. Bölgenin imamlarının hafızlarının yetiştirildiği, ilkokuldan sonra bir yıl burada eğitim verilerek gençlerin donanımlı bir şekilde yılların müdürü Mürsel Kayışın idaresindeki İmam Hatip Lisesine gönderildiği mini bir medrese, külliyeydi.

Orada yetişenlerden daha sonra iki vali çıkmış, Abdülmetin Balkanlıoğlu gibi hocalar yetişmiştir.

İskilip İmam Hatip Lisesi Mürsel Kayışla adeta özdeşleşmiştir. Hem müdürlük hem de öğrencilere velilik, babalık yapışı, sadece işiyle okuluyla ilgilenen apolitik duruşu onun bürokraside uzun ömürlü olmasını sağlayabilmişti.

Daha gerilerde Ahmet Ertekin Adnan Papuççu gibi değerli insanların yayınladığı dergiler, fikir klüpleri, sinemacı Fahri’nin yerinde yapılan tiyatro etkinlikleri İskilip halkını derinden etkilemiştir.

Parkın önündeki sinema afişlerine bakarak oynayan filmde ‘esas göbel’e göre öğleye kadar gittiğimiz Kuran kursundan sonra öğleden sonraki filmlere giderdik.

Düğünlerde sünnetlerde yapılan ve herhafta sonu 3-5000 İskilipliyi bir araya getiren dolma davetleri dönemin parti cemaat çatışmalarının İskilip’te daha mutedil olmasını sağlamıştır. Dolma davetleri bu sebeple günümüzde bile sadece bir yemek yeme ritüeli değil, birlik beraberlik ve kaynaşma fonksiyonunu da icra etmektedir.

Yalnızlaşma ve bireyselliğin alabildiğine derinleştiği , teknolojik gelişmelerle yanyana olduğumuz haldeki fiziki yakınlığa rağmen yabancılaşmanın arttığı günümüzde bu geleneğinin ne kadar değerli olduğunu hepimiz görüyoruz.

Bu mesele ekonomik gelişme, kalkınma, refahın artmasından daha önemlidir.

Şehirlerimizi hepimizin sorumlusu olduğu çarpık yapılaşma ve imarla ihya ettiğinizi zannederken, gelenek ve kültürümüzden, ruh kökümüzden giderek koptuğumuzu yavaş yavaş idrak ediyoruz.

İşin kötüsü bunun sadece durdurulabilir ancak önlemez bir süreç olduğu da maalesef bir gerçektir.

Mustafa Güneş bu gerçeği idrak edebilen ve ızdırabını yaşayanlardan birisiydi. Kendince buna karşı bir gayretin sonucu dükkanını kapatıp Çorum da açılan bir öğrenci yurdunun adeta karın tokluğuna işletmeciliğine başladı. Bir esnafın ticaretini bırakıp bu tür bir faaliyete girişmesi, yurt dışından gelenler de dahil gençlerle ilgilenip onlara iyi insan olmalarına çalışması saygıya ve takdire değer bir husustur.

Türk aile yapısı çocuklarının eğitiminin daha çok dışarıda, ana babadan ziyade ebe ve dededen verildiği bir yapıdır.

Edindiğimiz irfanın, eğitimin, ahlakın gerisinde ebe ve dedelerimizin, önünde diz çöktüğümüz hocaların, öğretmenlerin, arkadaşlarımızın payı ana babamızdan daha fazladır.

Eti kemiği senin, derisi Türk Hava Kurumunun anlayışı irfan ve kültürün dışarıda yani okulda ve özellikle mahallede veriliyor olması son derece önemlidir.

Şimdi ebeli dedeli, amcalı teyzeli, dayılı halalı kalabalık aile yapısı, yüzyüze ve birebir iletişimin olduğu mahalle neredeyse kalmadı.

Üstelik apartman gibi modern kafeslerde, taşaron anneler elinde büyüyen çocuklarla gelenek ve kültürün yeni kuşaklara aktarılması bu ülkenin barajlarından, otoyollarından daha önemlidir.

Ancak hepimiz ve hükümetler bu noktada ne hikmetse maalesef yetersiz kaldık.

Bu ülkeyi şimdi yönetenler o dönemin fedakar vakıf insanları sayesinde yetiştiler.

İyi insan, iyi sanatçı, iyi idareci, iyi siyasetçi, iyi tüccar, iyi mürit vs... kalabalık sınıflardan ziyade usta çırak ilişkileri içinde birebir verilen eğitimle mümkündür.

Bugün ülkemizdeki ve dünyadaki eğitim sistemi 200 yıldan bu yana makinayı kullanmaya yönelik işçi yetiştirmeye yönelik olarak sistematize edildi.

Medrese sistemini ne anladık ne de anlatabildik.

Daha sonraları ise taşa toprağa, şişirilmiş maliyetlerle yapılan ruhsuz, gereksiz binalara olan yatırımın yüzde biri bu anlamda gençlere yapılamadı. Yaptığını iddia edenlerin ne olduğunu, hangi hesapların peşinde ve gayri insani, gayri ahlaki metotları nasıl insafsızca kullandıklarını da gördük....

Kültüre, irfan ve ahlaka yatırım devlet ve hükümetlerin öncelikleri arasına yeterince giremedi maalesef...

Şehirleri; Paris Zürih Stokholm gibi yapmanın sağlıklı bir toplum kurmaya yetmediğini anlayamadık.

Gerçi bu şehirlerin ve ülkelerin temelinde merhametten nasipsiz kapitalist uygulamaların, yüzyılların getirdiği kan, zulüm ve gözyaşı var ancak o ayrı bir fasıl...

Bunun ne demek olduğunu az kişi anlar.

Bu gerçeği en iyi idrak edenlerden birisi olarak derdi; devleti ele geçirmek olmayan, siyasi ve maddi hesapların dışında, isyan reflekslerinden uzakta ve geçmiş büyük insanların rehberliğinde yürümeye çalışan gençler yetiştirmekti.

Gücü yettiğince, dili döndüğünce bu gayretin içinde oldu ve kendinden, ailesinden fedakarlık yaparak çalıştı.

Bu gayretlerinin ve niyetlerinin mükafatını da ölürken gördü.

Kanser hastalığı sebebiyle çektiği acılar Allahü Teala bilir günahlarının kefareti oldu. Yoğun bakıma kaldırılmadan, sevdikleri yanında herkese nasip olmayan güzel bir ölümle aramızdan ayrıldı. Bunu bizzat şahit olduğum için inanarak söylüyorum.

Herkes ölümü tadacaktır ancak onun gibi doğrusuyla yanlışıyla insanlara bir şeyler vermeye çalışan, varlığı ile çarşı esnafı ve İskilipli hemşerileri arasında değer ifade eden bu tür kimseler gidince geride bir boşluk bırakıyor.

Onun defninden sonra Hacıgarani mezarlığını dolaşırken ne kadar değerli insanların aramızdan ayrılıp orada medfun olduğunu farkettim.

Bu insanların hayatta olduğu İskiliple olmadığı İskilipin arasında muhakkak fark var ancak dünyanın kanunu da bu...

Esas kayıp bu insanları yetiştirecek ortam ve atmosferlerden giderek uzaklaşmak sanırım.

Değeri ölünce anlaşılan böylelerinin hayattayken kıymetleri maalesef olmuyor. Değiştirilmesi mümkün olmayan bir realitedir bu...

Mustafa Güneş de bu realitenin dışında olamadı.

İskilip’te ve ülkemizde öleni methetme yanında methedilmeye, hürmete,saygıya layık ancak eften püften sebeplerle haksız yere yerin dibine soktuğumuz dirileri de her zaman var olmaya devam edecektir.

Orhan Öztürk

Emekli Vali

İskilip Eski Belediye Başkanı

Bu yazı 1589 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar