Tabakhane
Hüseyin Göbüt

Hüseyin Göbüt

Tabakhane

26 Ekim 2005 - 20:39

Akçay köprüsünü ve kayaları geçince, kayaların dibi Gazhane tarafından gelen susuz ve küçük bir dereydi. Dereyi geçtiğimiz zaman köprüye kadar açık olarak gelen su arkı tekrar açığa çıkar ve bahçeler arasına girer. Derenin yanı eski bir değirmen veya başka bir motorlu imalathane olmalı. Hurda halinde bir motor orada otlar ve dikenler arasında yıllarca durdu. Tamirciler arasında yarım motor olarak vasıflandırılan hiç bir yardımcı parçası olmayan bir hurda. Orda ki arsa biraz çukur olmakla beraber bir kaç tane daha böyle hurdalar vardı.

Siz ana yol olan Çorum yolundan ilerliyorsunuz. Yolun sonunda TMO’nun tahtadan yapılmış yola paralel uzun bir binası vardı. Yolun sağında yolla beraber gelen biriki bahçe sonrası bir tuğla ocağı vardı. Çanak, çömlek, küp, testi, künk boru ve sair imal ederdi. Tuğla ocağını geçince yol sağa doğru bir sokak yapar bir iki bahçe sonra solda Tabakhane ve sonra da Apduliçi bahçelerine doğru devam eder giderdi.

Ana yola devam ediyorsunuz. Tabakhaneye sapan yolu geçince oradaki ikinci tuğla ocağı ve bazı bağlar zamanla kamulaştırıldı. Oraya salı (Deri) günleri kurulan (yüzünüze güller) hayvan pazarı yapıldı. Uzun seneler hizmet etti. Sonradan marangozları oraya topladılar. Orası marangozlar arastası oldu. Arasta konusunu ise bir başka yazıda anlatacağım. Daha sonrada TMO yanındaki otobüs garajını buraya taşıdılar. Ben şehirlerin insan ibi yaşadıklarına inanırım. Zaman içinde yapılan değişiklikler, onlara hayat veren operasyonlar olarak düşünülebilir. İhtiyaç olmasa bu değişiklikler yapılmaz. Zırt pırt değiştirilmeleri ise şehir planlamacılarının yerine pilav yapmalarıdır. Şehirciler bundan korkmalı ve çekinmelidir.

Karşı taraf TMO’dan sonra futbol sahası, eski mezarlık ve tepeler olarak devam eder. Hani futbol sahasına otobüs garajı yapılmıştı. Sonradan da oto sanayi olmuştu.

Biz önce Tabakhane’de kalalım. Oranın bana rahatsızlık veren keskin kokularını biraz koklayalım. Hatırladığıma göre aralıklı olarak U şeklinde iki katlı üç binadan meydan gelmişti. İçeride olanlar açık sarı ve pembe olabilir. Pek iyi hatırlayamıyorum. Yol kenarında olan beyaz ve en büyükleri olmalı yada küçük halimle görüp aklımla sakladığım bu binayı kendim büyüterek anlatıyorum. Her ne olursa olsun o zamanlar şehrimde bir Tabakhane (debg-hane) oluşu çok öenmlidir. Aslına bakarsanız Anadolu’da büyük şehirlerin hemen hemen hepsinde dericilik yapılmakta idi. Çok uzun zaman Avrupa’ya deri ihracatı gerçekleştirdiğimiz doğrudur. Fakat biz ülke olarak deri işlemedeki yeniliklere kendimizi uyduramayınca bu işte yaya kaldı. İhracat kapıları kapanınca iş piyasa ile yetinmeye çalıştık.

Şehrimizdeki ayakkabıcı bizim ihtiyacımızdan fazla idi. Bunu üstüne bir de tabakhanemiz bulunduğuna göre hem deri hem de ayakkabı satışımızın yüksek olması gerekir. Ayakkabıcılar çarşı içinde ayrı bir çarşıda çalışırlar ve imalatını (mamulat) salkım gibi dükkanların önlerinde ve pencere kenarlarında teşhir ederlerdi. Nerelere ayakkabı gönnderdiğimizi bilmiyorum. Kavaf’ların kendi hinterlandımızda bu işi yaptıklarını çok iyi biliyorum.

Keçi derisinden yapılan sahtiyanların çok kıymetli oldukları, sarı, siyah ve kırmızı renkli olmalarının her birinin ayrı şehirlerde imal edildiğini burada okuyucuya anlatalım. Alizarin kırmızısı denilen (Türk kırmızısı) rengin formulülünün kaçırılması için Avrupalı dericilerin çok çaba harcadıklarını söyleyelim. Sepicilik (deri tabaklanması ) çok eski bir zenaattir. M.Ö. 5. yüzyıldan beri devam eder.

Tabakhanemiz çalıştığı zamanlar yetişkin çocukların konik şekilde yapılmış, söğüt sürgünlerinden örülmüş sepetlere köpek pisliği topladıklarını çok iyi hatırlıyorum. Deri terbiyesinin çok uzun sürdüğünü, derinin birçok kimyevi işlemden geçtiğini biliyorum. Bu arada güvercin, tavuk ve köpek pisliğinin deri işlemelerinde kullanıldığını “Tabakhaneye ..k yetiştirmek” deyiminin buradan çıktığını söyleyelim.

Ben tabakhanenin ayağından sarı, yeşil, ve beyaz su aktığını gördüm. Bu suyun ayrı bir arkla mı yoksa Akçay’dan gelip Apduliçini sulayan arkla mı aktığını bilmiyorum. Çevre bilinci nedir? O zamanlar neyin ne olduğunu bilmediğimiz zamanlardı. Zaten kimse bizi muhatap sayıp bir şeyler söylemezdi.

Benim hatırlayamadığım bir tarihte bir gece bizim tabakhanemiz cayır cayır yandı. Şehrimizin o tarafı büyük bir kızıllık içinde kaldı. Biz küçük olduğumuz için gidip seyredemedik. Ertesi gün belki daha sonra gdip yangın yerini mahalle çocukları ile dolaştık. Milli serveti ne olduğunu bilmediğimiz halde bu yangın yeri bizi de üzdü. Bazı yerlerde öbeklenmiş molozlardan duman tütüyordu. Çokta pis kokuyordu.

Bir ihmal yüzünden midir yoksa bir kundaklama sebebi ile midir bilmiyorum. Şehrimizin o zamanlar çok işçi çalıştıran tek fabrikası kül oldu. Üretimi ve katma değeri kayboldu. Benim bilebildiğim kadar şehrimizde hiç bir fabrika kalmadı.

İtfaiye teşkilatı çok zayıftı. İtfaiyeciler gün içinde belki başka işlerde çalışıyorlardı. İki kollu dörder kişilik dört yada beş tulumba vardı. Tulumba yangın yerine elle taşınarak getirilir ve hemen başına bir insan zinciri yapılırdı. Kaynağından kova ile elden ele geçirilerek getirilen su tulumba içine boşaltılırdı. Tulumbayı kollarından tutan dört kişi karşılıklı olarak ikisi yere doğru itekler karşı taraf havaya kaldırır. Orası aşağı iteklerken bu taraf havaya kaldırır. Tulumbaya bağlı hortumla da yangına müdahale edilirdi. Ha Hasan, ha Veli gayreti pek işe yaramaz hortumdan akan su berber kolonyası gibi pek tesirli olmazdı. Anlattığım zamanlarda şehrimizde su şebekesi yoktu. Her mahalle ver sokakta çeşmeler akardı. Anlayacağınız taşıma sı ile yangın sönmezdi. Nice yangınların koca koca binaları kül ettiklerini gördüm. Hem de itfaiyenin yangına müdehalesine rağmen İtfaiyecilerin yangına karşı acz içinde kalışlarını gözlerinden ve yüzlerinden okuyarak.

TMO’nun futbol sahasının kale arkasında olduğunu söylemedim. Orası bir hayli büyüktü. Bereketli yıllarda ofisin depolaru dolduğu zaman artan tahılı bürük şehirlere gönderip göndermediğini bilmiyorum. Hububat eki zaman usülleri ile saklanırdı.

20x30 metre ebadında bir alanın etrafına kanallar açılır. Bu alana saman yayılır. Samanın üzerine buğday yığılır. Buğdayın üstüne tekrar saman konulur. Ve bu yığın toprakla örtülür. Yan duvarları olmayan bir çatı görünümünde olur. Yağan yağmur ve kar su kanallarına inerek akıntı istikametine doğru gider. Ofis bazı yıllarda bu yığınlardan sekiz on tane yapardı. Biz bu şekilde tahıl saklamayı Eti’lerden öğrendik. Neresinden bakarsanız üç bin senelik bir bilgi. Bilgiyi öğrenmek önemlidir. Bilgiyi yerinde kullanmak ise daha da önemlidir. Halen TMO bu şekilde tahıl saklıyor. En ekonomik şekli bu olmalı.

Okuyucu şu soruyu sormalıdır. Sen hem küçük olduğunu söylüyor hem de neler neler anlatoyorsun.

Cevap veriyorum. Üç tane benden büyük kardeşim okula gidiyordu. Çarşının orta yerinde bir manav tezgahımız vardı. İnsan yaşlandıkça küçüklüğünü daha iyi hatırlıyor.

Şu yazı boyunca isimleri geçen köprü, TMO, mezarlık dışında hiçbir şey yerinde yoktur. Yerine koca koca binalar ve koskoca bir mahalle kuruldu.

Okuyucu boşuna aramasın.

· İskilip’in 1927 yılına 10520 olan kent nüfusu 1950 yılında 9908’e inmiştir. Çorum’un hiçbir ilçesinde böyle bir nüfus kaybı sözkonusu değildir. Kaza merkezleri içinde on binden fazla nüfus o zamanlar iki elin parmakları ile gösterilirdi. Şehrimizin büyümesini engelleyen gizli düşmanımız nedir?

· Kamus Ul Alam da bildirildiğine göre İskilip’te 12 tabakhane vardır

· 1831 Nüfus sayımına göre İskilip 11450, Çorum 10075 kişidir.

Bu yazı 18041 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar