(Yanoğlanlı Şavgu Dayıya ithafen)
Çocukluğumun ilk 7 yılı Kurusaray ve Yanoğlan köylerinde geçti.
Kurusaray babamın Midyat Keferzi köyünden sonra geldiği Yerliköyden sonraki köyümüzdü.
Kurusaray; bölgesel köy olma özelliğine sahip halen cumartesi günü ‘bazar’ kurulan çevreye göre nüfusu fazla bir köydü.
2000’li yıllarda İskilipteki bazı kişilerin teşebbüsleri ile kaldırılmaya çalışılmış, dönemin Ziraat Odası başkanı Mustafa Şahinin gayretleri ile vazgeçilmiş.
Babam burada öğretmenlik yaparken belediyede çalışan Muammerin babası olan kardeşi Emin emmimi de yanında okutmuştu.
O devirlerde köylüler için ortaokul ve lisede okumak; akrabasının veya bir yakınının yanında kalarak mümkündü.
Ya da parasız yatılı okullar; askeri liseler, imam hatip yurtları, pansiyonlar çözüm yoluydu.
Ben de liseyi parasız yatılılık imtihanını kazanarak Ankara’da okuyabilmiştim.
Vakıf ve dernekler vasıtasıyla bir çok sivil toplum kuruluşumuz bu konuda büyük hizmetleri ifa ettiler.
Feto gibi örnekler, bazı istismarlar bu konuda yapılan hizmetleri görmemeyi gerektirmez.
Ülkemizin nitelikli insan envanterinin oluşumunda devlet dışındaki kurumların gayreti çok büyüktür.
Fakirlik yaygındı.
Ortaokuldayken de köyümüzden inşaat ustası Mahmut abi Yeniyol daki Ekmekçi Köksalın fırınının yanındaki Altundişlerin evinde kiracı olduğumuz zamanda dubleks tarzdaki eski ahşap evimizin alt odasında bizde bir yıl kalıp ortaokula beraber gidip gelmiştik.
Ekmekçi Köksal kadrolu fırıncımızdı, çok iyiliğini gördük.
Almanya’dan gelen akrabalarımızdan birinin getirdiği siyah kırmızı benekli kravatı sırayla takardık.
Sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla beklerdim.
Kurusaray’ dan sonra babamın tayini annemlerin köyü Yanoğlana çıkmış. Köyün ilk öğretmeniydi. Ondan sonra onun gibi idealist, adanmış bir öğretmen pek gelmedi denirdi.
Köyde aileler lakaplarıyla bilinirdi.
Pantirgil, hoşahmetgil, cansuzgil , urguyaller, Horkutali, cincekgil ,çabıgil, Kösesangil, aldal, kelahmet sarıahmetgil , Hallecaller, çöpisiyin, ebilgil, Osmanağagil, göllil, katipgil ,şüpegil , gacakgil, bırıdgil, Avşargil, haciil, Hacıhakgiil derleyebildiğimiz aile lakaplarıdır.
Bunların yanında Düvencigil, alionbaşıgil, çendekler, tömbelekler, çapargil, delisadıklar, tokkaklar, çimengilden kelismailgil, gazigil, Dereköy’den hocagallar …
Çocuklara sorulan soru anan kim baban kim sorusuydu. Şimdi memleket nire sorusu in oldu.
Köyün tek bakkalı Hurşit dayı okulun yakınındaydı.
Bakkaldan bizim bildiğimiz şey iki bisküit arasına bir lokum koyabilirsek dünyaların bizim olduğuydu. Bir de kırık leblebi…
Okulun lojmanında 4 sene kaldık.
Diğer gelen öğretmenler kaçakçı Mahirin evinde kiracı olurlardı. Kaçakçı Mahir İskilip’in namlı adamlarından birisiydi.
Köyde dayımlar söz sahibi insanlardı.
Hakkı dayım 1960 lı yıllarda Almanya’ya gitmiş köyün geri kalan yarısından farklı olarak kesin dönüş yapmış, cipciliğe başlamıştı.
Mustafa dayım kereste ticareti ile uğraşırdı. İskilipte ilk apartmanlardan birisini kendisinin diğerini de Kemal Çarkacının yaptığını söylerdi.
1965 yılında çıkartılan kat mülkiyeti kanunu Atatürk’ün devrimlerinden daha fazla Türkiye’yi değiştirmişti. Uzun bahis…
İlkokul öğretmenimiz Erol Damar 1994 de kızkardeşimin Kemal Cebeci’lerden aldığı evde otururken bu apartmana kiraya gitti.
Sene 1968-73 yıllarıydı.
Sonradan önüne İskilip Kütüphane binası yapılan bu apartmanın önünden geçerken imrenerek bakardık öğretmenimizin evine…
Çünkü hem apartmanda oturuyor hem de evinde buzdolabı vardı.
Bizim evlerimizde tel dolaplarımız vardı.
Osman dayım köyde tarlalarıyla meşgul arif birisiydi.
Annemin kuzeni Kerzik teyze çok nezaketli, havalı ama yardımseverlikte epey cömertti. Kerzik teyze, Şavgu dayı, Hamdi dayı köyün yarısını Alamanya’ya işçi yazdırarak götürmüş, yazları alman arabaları ile köyün havası değişmeye başlamıştı.
Fakirlikten kurtuluşun en büyük yolu Almanya’ya işçi gidebilmekti.
Kerzik teyzeler bir zamanlar Beşiktaş’ta otururlarmış.
Esen Püsküllü komşularıymış.
Çok cömert, köye, köylüye çok hayrı dokunan birisiydi.
Nedense köye gelen kamyon ve arabaların peşinden koşmak çocukların adetiydi…
Yanoğlanlı Hamdi dayının kardeşi İstanbul’da yaşardı ve Yeşilçam’la içli dışlı birisiydi.
Mehmet Çakar sayesinde Ajda Pekkan’ın da oynadığı Silahlar Patlayınca filminin gelin alma ve bir çok sahnesi Yanoğlanda çekilmiş biz de merakla seyretmiştik.
Hamdi dayı çok zenginken iflas ederek Kerzik teyze ile geçen ömrünün son günlerinde maddi sıkıntılara girmiş, cenazesi belediye başkanı iken hastanenin yanındaki dört daireden oluşan lojmandan çevirme açtığımız şefkat evinden kaldırılmıştı.
Çok cömert birisiydi.
Bu şefkat evi daha sonra maliyeti sebebiyle kaldırıldı.
Almanya’ya işçi gönderilmesi hadisesinden İskilip ve özellikle dağ köyleri çok etkilenmiş, para biriktirme eğilimi yüksek İskilip’in özellikle dağ köylülerinden işçi gidenler kalan akrabalarını finanse etmişler, çoğu İskilip’te bir ev almış veya yaptırmıştı.
İskilip’te ev arsa fiyatlarını Almancıların artırdığı söylenirdi.
Çoğu gelirken satın aldığı 2.el arabalarla İskilip’te imrenilerek gezerdi.
Halbuki orada soğan ekmek yiyerek geçirdikleri çok alt seviyede bir geçim düzeyleri vardı.
Halk onların orada hangi şartlarda yaşadığını pek bilmezdi.
Ölüler zannederki diriler her gün helva yiyor sözü onlar için söylenirdi.
İzne gelirken getirdikleri paraların bir kısmı eş, dost, akrabaya borç verilir geri dönüşü de zor olurdu.
Onlar da Almanya’nın ne kadar düzgün bir devlet sistemi olduğunu, adaletine dair konuları anlatırlardı.
Yaygın yoksulluğun da etkisiyle bazıları akrabaları ve dostlarınca dolandırılırdı ama enayi görünmemek için bunu fazla dillendiremezlerdi.
Çoğu bunu dert etmezdi.
Potansiyeli en az üç Türkiye’yi besleyebilecek bir ülkenin insanlarını özellikle köylülerini yurt dışında işçi olarak göndermek bürokratik devlet yapımızın en büyük ayıplarından birisidir.
Biz Yunanlılar ve İtalyanların yaptığını yani onların da bizim gibi gönderdikleri işçilerin oradaki yaşama şartlarını ve en kısa zamanda geri dönmelerini sağlayacak tedbirleri gündemimize alamadık.
Çok insanımız dilini, dinini, kültürünü bilmediği yabancı ülkelerde ezilmiş, mahvolmuş, kaybolmuştur.
Anadolu köyleri Alamanyacı ailelerin dramlarıyla da kavrularak yoğrulmuştur.
Türk insanının sahipsiz olduğunu anladığı, gururunun kırıldığı, kendini sokağa terk edilmiş çocuk gibi hissettiği bir yerdir Almanya, Fransa… Acı vatan…
Döviz makinasıydı Alamancılarımız… Alın teriyle kazandıkları paralarla Türkiye’yi Türk insanını desteklediler.
Bu arada ne Türkiyeli olabildiler ne Avrupalı… Yabancı plakalı arabalar, gurbetçiler dibine kadar istismarın öznesi oldular.
Devlet dairelerinde, trafikte vs…
Sivil toplum kuruluşlarımız sayesinde dayanışmalarını artırıp gurbet ellerde yalnızlıklarını bir ölçüde telafi edebildiler.
Ne diyor İbrahim Sadri ;
Sirkeci’den tren gider, göz yaşı döker gider, Erzurumlu Duran Ankaralı Burhan gider, burda ezan var orda çan, her sabah çınlar tepemizde, uyan uyan, Sirkeci’den tren gider evim barkım viran gider… Biz atla geçtik Tuna’dan hiç böyle geçmedik avrat uşak, Tuna bizden utanır biz Tuna’dan, Sirkeci’den tren gider, bir yaldızlı Kur’an gider…
Milli Görüş, Türk İslam federasyonu, Alevi dernekleri federasyonları, Süleymanlı kursları daha pek çok dernekler, vakıflar insanımıza sahip çıkmaya çalıştılar. Hepsinin de büyük hizmetleri oldu.
Türk bürokrasisi hem bunlara karşı savaş açtı hem de yapması gereken pek çok şeyi uzun yıllar yapmadı. İslamcı geçinen uyduruk ticari şirketlerin muhteşem reklam kampanyalarıyla Almanyalı gariban işçilerimizin birikimleri yağmalanırken gene seyretti.
Terör örgütleri ise 12 eylülden sonra Türkiye’den göçen, kaçanlar eliyle Avrupa’yı mesken tuttular.
Yurt Dışı Türkler Başkanlığını 40 sene sonra vali Recep Yazıcıoğlu’nun kardeşi bir bakanın, yanında çalışan cevval bir vali Kemal Yurtnaçın mutfak çalışması ile kuruldu. Dışişlerinin gizli direnci MHP li bürokratların gayreti Tayyip beyin sahiplenmesi ile aşıldı. Mecliste AK Parti ile CHP nin oy birliği ile kabul ettiği tek kanun bu oldu.
Şimdi eksik yanlış ayrı konu; dışarıdaki insanımıza ayrım yapmadan sahip çıkan, kamuoyunun bilmediği pek çok hizmeti yapan bir kurumumuz var.
TİKA’da yanındadır.
Dışişlerimizin on yıllar boyu süren yetersizliğini, vurdum duymazlığını bir ölçüde gidermeye çalışıyor.
Şavgu dayının Sarı Ahmet’le, Hacı Sadıkla, Kurusaraydaki Mürsel Söylerle öncülük ettiği yardım toplama faaliyeti İskilip belediyeciliği açısından büyük önem taşımıştır.
Kaymakam Refik Tekerek İskilipe yardım toplamak için 1978 yılında Almanya’ya gitti.
Sevilen, dürüst, hizmet sevdalısı birisiydi.
Sonradan vali oldu.
Bu kişilerin öncülüğünde toplanan 80.000 civarındaki mark Refik beyin aniden tayini çıkınca ortak bir hesaba yatırıldı.
Aradan geçen 5-6 sene sonra biriken para faizleriyle beraber aynen Çaloğluna verildi.
Çaloğlu bu parayla belediyenin iş makinaları ihtiyacını karşıladı.
Başkanlığa da makam arabası alındı.
Dönemin kaymakamları Ekrem Atalay ve Mehmet Ali Ulutaş da bu konuların bilfiil içinde olmuştur.
Sürekli bilgilendirerek layıkı veçhile değerlendirilen bu iş makinası alımı İskilipte belediye hizmetleri açısından adeta bir çığır açtı.
Başka kurumlardan da kazanılan iş makinaları ile güçlü bir alt yapı oluşturuldu.
Bu iş makinaları sayesinde İskilip gerçekten büyük hizmetlere kavuştu.
Bağ bahçe yolları, yeni su kuyuları açıldı. Belediye inşaatlarında kullanıldı.
Çaloğlu ve Lokumun yaptığı hizmetlerde ve başarılarında bu araçların büyük payı vardır.
Benim dönemimde de kullanılan bu araçlar dağ köylüsü Almanyalı işçi hemşerilerimizin İskilipe büyük bir katkısı olmuştur.
Benzer bir olay da Seki köyüne aittirler.
Elmabelindeki Seki köyünün tesisi dedemin muhtarlığı zamanında adeta evlatlık gibi Iskilip Belediyesine tahsis edilmiş , belediye burayı benim zamanım da dahil olmak üzere 25 yıl kullanmıştır.
Şimdi köy muhtarlığı binasıdır.
Diğer köylere ait örnekler ayrıca bahse değer.
Çaloğlu da Lokum da köy muhtarların, vatandaşların taleplerini bu açıdan geri çevirmeden yerine getirdiler.
İlginç tarafı Şavgu Dayı, Sarı Ahmet, Hacı Sadık Köroğlu, Kurusaraylı Mürsel Sümer öncülüğünde toplanan bu bağış kampanyasına 1000 mark vererek katılan Hamdi dayı ahir ömrünü belediye şefkat evinde tamamladı.
Refik Tekerekle üç sene önce bir cenazede karşılaşıp tanışınca eski günleri yad etmiştik.
Şavgu dayı daha sonra Almanya’dan dönüş yaptı, arada bir gider gelirdi.
Park kahvesinin müdavimlerdendi.
Gür sesli, boylu boslu, lafı sözü dinlenir birisiydi. Akil ve arifti.
Bizim gibi okumuşlardan daha iyi memleketi tanırdı.
Arkadaşı ve akrabası Yanoğlanlı Hallo dayı, Üçler Lokantası altındaki Mahzen meyhanesini çalıştırırdı.
Yıllarca burayı çalıştıran Hallo dayı ahir ömründe bu işleri bırakmış, evinin karşısındaki Şeyhyavsi caminin müdavimi olmuştu ve bunda Şavgu dayının büyük payı vardı.
Vefatı ile Yanoğlanda köyün büyük bildiği kimse sanki kalmadı.
İhtilafları, problemleri çözmek için başvuracağımız kanaat önderleri her geçen gün azalıyor.
İşin kötüsü yerlerini dolduracak kişiler de eskidi kadar gelmiyor.
Bu açıdan diğer köylerimiz de hatta ülkemizin doğu başta olmak üzere her bölgesinde aynı süreci yaşamaktadırlar.
Kendimizi köyün büyüğü yerine koyamadığımız için sanki öksüz yetim kalmış çocuklara döndük.
Yaşı altmışı geçenler kendilerini hala yirmi yaşında sanıyorlar.
Ana babalarımız zaten göçüp gittiler.
Komada dahi olsalar varlıkları ile biz güç veren aile, mahalle , köy büyükleri gidince sanki yaslandığımız dağlar da yıkılmış gibi hissediyoruz.
Onlar gidince sülalelerin birlikteliği zamanla azalıyor, aynı sülalelerin torunları birbirlerini tanıyamadan büyüyorlar artık.
Şavgu dayının vefatı bize bu duyguyu yaşattı.
Geride kalanların kıymetini ne kadar bilelim desek de artık zaman hükmünü icra edecek, biz gene ayrılık türküleri ile hüzünleneceğiz.
Ferdi Tayfuru dinliyorum: ‘Hadi gel köyümüze geri dönelim…’
Sanki dönecek köy kaldı da..
Mekanlar; mekinleri ile bir anlam ifade eder.
Makamlar da öyledir derler…
Orhan Öztürk
Emekli Vali
YORUMLAR