Ali Kılcı
Mustafa Yolcu

Mustafa Yolcu

Ali Kılcı

09 Aralık 2016 - 20:12 - Güncelleme: 10 Aralık 2016 - 02:03

 

 

ALİ KILCI- 22.08. 2012

MY- Bize kendinizi tanıtır mısınız?

AK-1951 Yılında İskilip, Büyüktaş Mahallesinde, Kayakoparan Camisine yakın, Çay Boyundaki ahşap bir evde doğdum. Bana dedemin ismini vermişler. Aslen Balıkesirli olan babam, İkinci Dünya Harbi sırasında askerliğini uzatmış, İskilip’te görev yaparken annemle evlenmiş. Bir müddet sonra da askerlikten ayrılmış, İskilip’te kalarak ticaretle meşgul olmuştur. Jandarma Mehmet diye anılmasının sebebi budur. Annem Temenne Mahallesinden, Gümüşlerdendir. Ben, beş kardeşten ailenin dördüncü çocuğuyum.

Okula, Taş Mektep diye bilinen Misakı Milli İlkokulunda başladım. İlk üç sene bize, rahmetli Ahmet Basmacı öğretmenlik yaptı. Bir müddet sonra da emekli oldu. Osmanlı döneminde yetişmiş iyi bir öğretmen idi. İlkokulun son sınıfını, ağabeylerimle Ankara’ya geldiğimizden, Yıldırım Beyazıt İlkokulunda tamamladım. Ortaokulu Çorum ve Ankara İmam Hatip okullarında okudum. 1967 yılında lise açılınca, tekrar İskilip’e geldim. Çarşıdaki eski Ortaokul binasında hizmete giren, İskilip Lisesinin ilk mezunlarından birisiyim. Nurettin Tanay, Tahir Üstünel, Şahin Üstünel, Hüseyin Anaç sınıf arkadaşlarımızdan birkaçı idi. İskilip Lisesinin ilk defa açılmış olması ve öğretmenlerin çoğunun da yeni olmasına rağmen, iyi bir eğitim aldık. Mezunları yükseköğrenimde başarılı oldu. Liseden sonra üniversiteye Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümünde başlayıp, 1975 yılında tamamladım.

Memuriyete başlarken kısa bir süre, Kredi ve Yurtlar Kurumu, Balıkesir yurdunda görev yaptım. “O sırada buradaki eğitim enstitüsüne, İskilip’ten kalabalık bir gurup öğrenci kayıt oldu. Bu yurtta kalarak, hepsi de öğretmen olup eğitim camiamıza katıldı.” Balıkesir’den askerlik için ayrılıp, Tuzla ve Babaeski’de askerliğimi yaptım. 1978 yılında askerden terhis olduktan sonra, aynı yıl Vakıflar Genel Müdürlüğünde memuriyete başladım. Hala aynı kuruluştayım. Sanat tarihçisi olarak, uzun yıllardır bu görevime devam etmekteyim.

MY- Size okuma zevkini kim aşıladı?

AK-Bu konuda küçüklüğümde bana, etki eden birisini hatırlamıyorum. İlkokul sıralarında iken İskilip Halk Kütüphaneye gittiğimde, küçük olduğum için kütüphane memurunun beni içeri almadığını unutamıyorum. O zamanlarda kütüphanenin çocuk bölümü henüz açılmamıştı. Küçüklüğümüzde televizyon yoktu. Radyo da çok yaygın değildi. Uzun kış gecelerinde; Hz. Ali’nin Hayber Kalesi Cengi, Battal Gazi Destanı gibi kitapları, gaz lambası ışığında ev halkına okurdum. O zamanlar çocukların ilgisini çeken, daha başka şeylerde vardı. Tommiks, Teksas küçüklüğümüzün vazgeçilmez çizgi romanları idi. Bu kitapların kiraya verildiği bölüm, Şehir Parkının Park Kahvesi ve havuzdan sonra diğer önemli yeriydi. Sende burada kitap kiraya veriyordun. Senden de kitap kiralayıp okudum.

MY- Bu dönemler ile ilgili unutamadığınız hatıranız var mı?

AK-Lisedeki öğretmenlerimizden tarih hocası Eyüp Eriş, beni okuma ve araştırmaya teşvik eden birisi olarak, hiçbir zaman unutmadığım bir kişidir.

Bir defasında, İskilip Tarihi konulu bir ödev vermişti. Ödev için Halk Kütüphanesinde, yeterli bilgi bulamamıştım. Arkadaşlarımdan birisi, bir köy okulunda bu konuda bir kitap olduğunu söyledi. Şayet gitmek istersem, beraberce köye gitmeyi teklif etti. Ben de kabul ettim. Çok soğuk olmayan bir kış günü, bayram tatili ertesi, okulların açık olduğu dönemde bu köye gittik. Otobüsten köy yolunda indik. Köye giden yola girmeden önce, yolun altında bir höyük bulunduğunu fark ederek, görmek istedim. Fazla uzak olmayan höyüğün tepesine çıktık. Daha önce definecilerin üst kısmını kazdıkları höyükten, biraz çanak-çömlek kırığı topladık. Höyüğün ilerisinde biriken gölcükte, yaban kazları sürüsü vardı. Burada işimiz bitince, köye gittik. Okulu bulup, içindeki öğretmenler odasına girdik. Birkaç öğretmen sobanın başında oturuyordu. Hoş beşten sonra, hepsi de İskilipli olan öğretmenlere meramımızı anlattık. İskilip tarihi konusunda kısa bir yazı olan küçük bir dergiyi bulup getirdiler. Dergideki dikkatimi çeken kısımları not aldım. Okulda işimiz bitince, öğretmenlere teşekkür ederek köyden ayrıldık. Geldiğimiz şekilde İskilip’e döndük. Ödevimi, bulabildiğim başka bilgilerle tamamlayıp, öğretmene verdim. Bir emek mahsulü olan bu ödevden, iyi bir not aldım. Bu olayın başka bir enteresan yönü olduğunu, yıllar geçtikten sonra fark ettim. Meğer benim yol arkadaşım, oraya yeni tayin olan bayan öğretmene sevdalı imiş. Biz onu görebilmek için gitmişiz, ödev bahane imiş.

MY- Geçmişe olan özlemlerden bahseder misiniz?

AK-Çocukluk ve gençlik dönemlerindeki, henüz tarihi dokusu bozulmamış olan İskilip’in eski halini çok özlüyorum. Henüz sokaklarına beton yığını apartmanların dikilmediği, kireç sıvalı iki-üç katlı, ahşap evlerin ayakta durduğu zamanları, cadde ve sokaklarında, bahçelerinde çiçekleri ve meyve ağaçları olan evleri özlüyorum.

Bağ ve bahçelerinde mis kokulu, türlü meyve ve sebzelerin, elmanın, armudun, üzümün envai çeşidinin yetiştiği İskilip’i özlüyorum.Çeşitli çiçekleri, gülleri olan parkı özlüyorum.

Osmanlı devrinde bölgesinde önemli bir ekonomik ve kültürel güç olan İskilip, değişen şartlar karşısında zamana ayak uyduramadığından, ciddi bir göç ile nüfus kaybına uğramıştır. İskilip’ten büyük şehirlere göçün yaygınlaşmadığı zamanlarda, İskilip daha canlı idi. Çarşıdaki çeşitli arastalarda faaliyet gösteren her çeşit esnafın yapıp ürettiği mallar, İskilip’ten dışarıya satılıyordu. Değişen şartlar sonunda, farklı bir İskilip meydana geldi. Bize de eski günleri hayal etmek kaldı.        

MY- Meslek hayatınızı ve konuda bir hatıranızı anlatır mısınız?

AK-Arkeoloji eğitimi almış birisi olarak, aslında Kültür Bakanlığında çalışmam gerekiyordu. Ancak ben o zamanın şartları gereği (koalisyon hükümeti vardı) Vakıflar Genel Müdürlüğünde işe başladım. Aslında burası için sanat tarihçisi olmak gerekiyordu. Vakıf eski eserler konusunda çalışmak, uzmanlaşmak, Türk Kültürüne olan ilgim sayesinde kolay oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü ülkemizin yeterince tanınmayan, Selçukludan Osmanlıya kadar var olan çok önemli ve köklü bir kuruluşudur. Esasen burada işe başlayana kadar, ben de Vakıflar Genel Müdürlüğünü pek tanımıyordum. Böyle bir kuruluşta çalışmış olmak büyük bir ayrıcalıktır.

Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden, atalarımızın bıraktıkları kültür varlıkları olan medrese, cami, han, hamam, kervansaray, türbe gibi tarihimizin canlı varlıkları konusunda çalışmak, onların geleceğe aktarılmasında rol almak, gerçekten güzel ve önemli bir hizmet. Ülkemiz ve bütün Osmanlı coğrafyasında bulunan, vakıf eski eserlerle meşgul olmakla, kültürel mirasımızı tanımak ve tanıtmakla yıllarım geçti. Esasen sahip olduğumuz bu kültürel zenginliği, dünyanın hiçbir medeniyetinde bulmak mümkün değildir. Bu zengin mirasın, bakımsız ve boynunun bükük bırakılması düşünülemez. Her ne sebeple olursa olsun, toplum olarak ülkemizin tapusu sayılan tarihi eserlerimiz konusunda, sorumluluğumuz olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Çalışan bir kişiye, mensubu olduğu kuruluş bir okul gibi olmalıdır. Bu sebeple Vakıflar Genel Müdürlüğünün, benim için bir okul olduğunu söyleyebilirim.

Yurdumuzu doğusundan batısına, bazen en zor şartlar altında, bazen de iyi imkânlarla, eski eserleri incelemek için yıllarca dolaştık. Çankırı ilinin tamamındaki vakıf eserleri incelemek için yaptığımız bir gezi sırasında, Kızılırmak kenarındaki merkez köyleri dolaşıyorduk. Karadayı ve Alıca köylerinden sonra, Ankara sınırındaki sonuncu köy olan Çatal Elma’ya gittik. Köyün camisini inceledikten sonra işimiz bittiğinden, köyden ayrılırken, okulda Ankara’ya gitmek isteyen iki müfettiş olduğunu, onları da götürmemizi rica ettiler. Arabamızda yer olduğundan memnuniyetle kabul ettik. Misafirleri okuldan aldıktan sonra, köye hangi yoldan geldiğimize bakmadan, okulun önünden giden bir yola doğru yöneldik. Köyün öğretmenleri ve diğer insanları güzel bir şekilde bizi uğurladılar. Ama yol konusunda kimse bir şey söylemedi. Bu yolda köyden uzaklaşıncaya kadar ilerledik. Gittikçe yol daralmaya başladı. Nihayet bir tarla yolu haline geldi. Tepelere çıktık. Bozkırlarda ilerledik. Bu yolun bizim geldiğimiz yol olmadığını, bir müddet sonra anlamıştık ama geri dönmeyi de göze alamadık. Biraz da arabamızın cip olmasına güvenip, cesaretle batıya doğru giderek, Ankara- Çankırı yoluna çıkacağımızdan emin olarak ilerledik. Allahtan yakıt derdimiz yoktu. Biz gittikçe, yol uzadı. Gittik gittik, Çankırı yolu karşımıza bir türlü çıkmıyordu. Çankırı’nın bozkır tepelerindeki yollarını bitiremedik. Bir taraftan da hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Batıya doğru bir müddet daha ilerledikten sonra, bir ağılın yanından geçerek dereye indik. Issız bir yoldan, akşamın karanlığında gelen, yolunu kaybetmiş yolcuları gören çobanlara nerede olduğumuzu sorunca, Terme Çayına indiğimizi söylediler. Çaydan geçip biraz ilerleyerek ana yola ulaştık. Yarım saatlik yolu, uzun süren 4-5 saatte alabildik.

MY- İskilip konusunda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

AK- İskilip Ulu Camisini yıkıp, yerine altı çarşı üstü kubbeli büyük bir cami yapmak için, bize İskilip’ten bir heyet gelmişti. Böyle bir talebin gerçekleşmesinin hiçbir şekilde mümkün olmayacağını, bunun yerine caminin onarımının yapılmasının doğru olacağını anlattım. Görüşmelerimiz İskilip’te de devam etti. İskilip’in merkezini ve kimliğini teşkil eden bu caminin, şehrimiz için önemli bir unsur olduğuna ikna oldular. Sonunda Yeni Cami ile Ulu Cami onarım programına girdi. Vakıflar Genel Müdürlüğünce söz konusu camilerin 1990 yılında onarımları gerçekleştirildi.

Çocukluğumuzda Şeyh Yavsi Camii önünde ahşap bir şadırvan vardı. Caminin 1963 yılında yapılan onarımı sırasında, yıkılan bu şadırvanın yeniden yapılaması gerekirken bir türlü yapılmadı. Bu şadırvanın projelerini hazırlatıp koruma kurulundan gerekli izin alınmasını sağladım. Bir arkadaşımızın maddi ve manevi gayretleri ile mevcut şadırvan 47 yıl sonra yeniden yapılmış oldu. Şeyh Yavsi Camii önünde bir zamanlar çırçır evi olarak kullanılan türbenin onarımı konusunda, Metin Kalyoncu çaba sarf etti.  Bu konuda kendilerine yardımcı olmaya çalıştım.

İskilip tarihi ve eski eserleri konusunda bir kitap ve bir kaç makalem yayınlandı. Bu konuda çalışmalara devam etmek istiyorum. İskilip’in Türk dönemindeki Eski Eserleri üzerine bir kitap üzerinde çalışıyorum. İskilip’le ilgili yayınlanmış olan kitap ve makalenin isimleri aşağıdadır.

-İskilip’te Suyun Hikâyesi Tarihi Sular, Çeşmeler ve Diğer Tesisler, Ankara 2007.

-İskilip Şeyh Yavsi Camii Külliyesi, Rölöve ve Restorasyon Dergisi V, Ankara,1983.

-İskilip’te Vakıflar ve Ebussuud Efendi Vakfı, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Âlimler Sempozyumu, Ankara 1998.

-İskilip’te Yaşayan Hacı Ali Çeşmeleri Vakfı, IX. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Erzurum, 2006.

-Selçuklu Devrinde İskilip Şehri, Selçuklu Şehirleri ve Medeniyeti Sempozyumu, Konya 2008

- Fatihin Hocası Ak Şemseddin’in İskilip’teki Ahşap Camisi, XV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir, 2011

MY- Hemşerilerimize iletmek istediğiniz, mesajınız var mı?

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, vakıf hizmetleri zirveye çıkmıştır. Tarih boyunca bu şekilde İskilip, önemli eserler kazanmıştır. Geçmişte tabi afetler ve insan eliyle yapılan tahribatlara rağmen, şehrimiz vakıf eski eser yönünden oldukça zengin sayılabilir. Bunların tamamını birer şaheser olarak nitelemek mümkün olmamakla birlikte, çoğunluğu kendi çapında yöresel özellikler taşıyan, tarihi değerleri olan eserlerdir. Şehrin sivil mimarlık eserlerinin çoğu yok oldu. Ama dini ve tarihi yapılarımızın, geleceğe olduğu gibi aktarılması gerekir. Beş vakitte halkımızca kullanılan tarihi camilerin, bakım ve onarım ihtiyacı olduğunda, hayır sahiplerince hemen onarıma girişilmemelidir. Bunun için gerekli kanuni izin ve müsaadenin, alınması lazımdır. Bunun adresi Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür Varlıklarını Koruma kuruludur.

İskilip’in tarih ve kültürünün yeterince tanıtılmamış olmasını, büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Sözlü ve maddi kültür değerlerimizin, yeni nesile ve geleceğe derli toplu bir biçimde aktarılması çok önemlidir. İskilip’te yaşayan gelenek ve adetlerimizin unutulmamasının yanında, kültürel değerlerimizin de yaşatılması gerekir. Bu alanda yapılması gerekenlerden birisi, İskilip Müzesi kurulmasıdır. Bu konuda geçmiş yıllarda İskilip’in Sesi gazetesinde bir de yazı yazmıştım, Belediye başkanlarına teklifte bulundum. Fakat gerçekleşmedi. Ama bunun belediye şemsiyesi altında gerçekleşmesi bir zarurettir. İskilip’te bir şehir müzesi kurulmasına ihtiyaç vardır. Yazılı ve etnografik, kültürel belgelerin toplanacağı bu müze, şehrin kimlik boşluğunun doldurulmasının yanında, İskilip turizmine büyük katkı sağlayacaktır. Kurulacak bir dernek vasıtası ile halkımız, ellerindeki Osmanlı dönemine ait kitap, yazılı belge ve çeşitli eşyaları buraya bağışlamalı veya bir şekilde satın alınarak toplanmalıdır.

Kütüphanemizin ismi, İskilip Ebussuud Efendi Kütüphanesi olarak değiştirilmeli, burada bir “Ebussuud Efendi Araştırma Merkezi” kurulmalıdır.

Ali Bey kardeşimize, verdiği bu değerli bilgiler için teşekkür ediyor, gençlerimizin kendisini örnek alarak, eserler bırakmasını diliyorum.

Mustafa Yolcu

        

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı 2553 defa okunmuştur .

Son Yazılar