Geçmişte kalan mahalle döğüşleri
Mustafa Biçer

Mustafa Biçer

BİZİM MEMLEKET

Geçmişte kalan mahalle döğüşleri

15 Temmuz 2008 - 20:00 - Güncelleme: 23 Kasım 2016 - 16:56

Sevgili hemşerilerim geçen yazımda İskilip'in 60'lı yıllardaki ev ekonomisinden bahsetmiştim bir başka yazımda da inşallah İskilip'in esnaf, sanatkâr ve ticari hayatına değineceğim.

Günümüzü hepiniz bildiği için biraz da olsa bu günlere ışık vermesi için geçmişi yâd etmekte fayda görüyorum. Şairimizin dediği gibi geçmişten alarak ilhamı asrın idrakine yürümeliyiz.

Ağaç kökünün üzerinde büyür diyor atalarımız bu nedenle geçmişi biz kökümüz olarak kabul ediyoruz. Atalarımızın bize devrettiği kültür mirasımızı yani töremizi, ahlakımızı, gelenek ve göreneklerimiz, milli ve folklorik kıyafetlerimizi ve fiziki eserleri(ev, çeşme, cami, han, hamam, kervansaray v.b) kökün parçası olarak kabul ediyoruz. Kökü kesersek ağaç yaşamaz gelecek nesillere bırakacak bir şeyler kalmaz. Ama hafifi budayabiliriz daha gür çıkar. Yani eskinin üzerine yenisini ilave ederek daha da zenginleştirebiliriz. Ama eskiyi kaldırırsak gelecek nesillere hiç bir şey bırakamayız. Unutmayalım; memleketimizin bu değerleri bize emanettir. Emaneti daha sağlıklı olarak gelecek nesillere devretmeliyiz.

İskilip bunda ne kadar başarılı oldu? Bunu da düşünmeliyiz.

Evet, hemşerilerim İskilip gerçekten Orta Anadolu ile Karadeniz bölgesi sınırında kendine özgü kültürünü dolu dolu yaşayan bir Türk şehri idi. İşte mahalle dövüşleri de mazi olan gelenek veya önceki nesillerden bize bırakılan bir alışkanlıktı. Uzun yıllar nesilden nesile intikal ettiğini sanıyorum.

İskilip’te mahalle dövüşleri genelde çok şiddetli olarak ortak tepesi olan mahallelerde olmuştur. Örneğin Çürükkaya ve Göçüğün tepe meydan ile Mutaflar Mahallesi arasında idi. Yazıran Tepesi (Şimdi orman geçmişte çıplaktı) Ulaştepe ile Çatlakdere mahallesi arasında idi ve bizim ortaokul zamanında en şiddetli mahalle kavgaları bu 4 mahalle arasında cereyan etmiştir. Zey Köyü ile Uludere Mahallesi arasında da şiddetli kavgalar olmuştur.

Mahalle kavgalarında taş, sopa, sapan yani yün ipten örme ve kuş lastiği dediğimiz sapanlar kullanırdı. Eskilerin anlattığına göre geçmişte çakar almaz tabancaların kullanıldığı çok şiddetli kavgalarda olmuş. Burada en önemli şey mahalle milliyetçiliği idi. Mahalleli her şeyiyle birbirine tutkundu. Mümkün mü yabancı biri bu mahallede dolaşsın hele bu genç biri ise o anda mahallenin gençleri arasında ablukaya alınır ve sorguya çekilirdi. Aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşlarımız vardı meydan mahallesinden biz Mutaflarlı olduğumuz için kavgamız meydan ile idi. Ayrıca arada olan mahalleler vardı, örneğin meydan ile bizim aramızda aksu mahallesi vardı. O mahallenin gençleri bazen Mutaflar bazen de meydan ile bir olabilirdi.

En nihayet bu mahalle kavgası

 

Gün Cuma ise veya uzun yaz günleri ise sınıfımızdaki arkadaşlara sesleniyorduk;

Akşama çıkıyor musunuz veya yarın çıkıyor muyuz? Tamam, çıkında görelim! Bu bir tatlı meydan okuma idi. Ya biz ya karşı mahalle tepeyi tutar ve meydan okurduk. Bu arada mahalledeki evlerin tuğlaları sapan taşlarından kırılmaya başlar müthiş bir taş yağmuru devam ederdi, kadınlar ve kızlar feryadı figan! Tepeye en yakın evlerin tuğlaları daima risk altında olurlardı, bizim Mutaflar mahallesinde emliklerin evleri, Meysere’nin evi, Topal Güllünün evi, Cinnazlar'ın yani Rahmetli İsmail Tuncayların evi daima bu taşlardan nasibini almıştır. Ve ardından meydan okuma başlar  HO HO HOYDURA ????.. Ve saldırılan mahallenin gençleri ağabeylerinin liderliğin de ki bizim liderimiz Ömer abi yani Ömer Tüzel idi karşı saldırıya geçerdi. Karşı saldırıya geçmek kolay değil, hâkim unsurlara karşı aşağından tepeye doğru saldırıya geçiyorsun, taktik geliştirmek gerekir bir kısmımız dereden giderek yandan çevirirdik önden ve yandan çevrildiğini anlayan karşı mahalle mecburen geri çekilmeye başlardı yani bir nevi püskürtme harekâtı. Hem saldıracaksın hem kuşatacaksın, aşağıdan yukarıya saldırırken ancak lastik sapanı kullanabilirsin. Örme sapanı tepeye çıkarken kullanma şansın yok ama bir düzlüğe çıktın mı gerisi kolay. Nadiren kucak kucağa olurdu dövüşler genelde taş taşa ama bir savaş manevrası gibi taktik geliştirmek ve mahalle arkadaşlarını motive etmek gerekiyordu. Örneğin Ömer Tüzel geliyor ise bu Mutafların gençlerine güven ve cesaret Meydanın gençlerine korku veriyordu. Yine Yılmaz Kadayıfçı ve daha sonra ormancı Tayyarın oğlu Kazımda meydanlılara cesaret Mutaflara korku veriyordu. Ama benim bu kavgaları yaşadığım 4-5 yıl zarfında meydanlılar Mutaflar mahallesine inemediler sadece tuğlalarımızı kırdılar ama biz meydanın çeşmesinden su içtik. Bu bir zaferdir Mutaflar için.

Bu arada mahallenin kadınları da bir âlemdir. Aynen Reşat Nuri'nin kuyruklu yıldızlar altında bir izdivaç romanında ki gibi tuğlalara sapan taşları düşmeye başlayınca feryatlar başlardı. Lan gobeller yetişin gine Meydanlılar tuğlaları kırıyorlar, elleriniz kırılsın emi, döküle ağlasıcalar, lan Ahmet gitme gene kafayı gözü yardırıcan, aman etme oğlum şunları bir kovalayın ve bunun gibi hem kavgayı teşvik edici hem de dövüşe giden oğlunu sakınan sözleri duyardınız.

Ben her şey den önce İskilip mahalle dövüşlerini Türkün asker kişiliğinin bir tezahürü olarak görüyorum.

İskilip mahalle dövüşlerini değişik bakış açıları ile şöyle bir incelersek;

 

Genelde dağın eteğinde olan ve müşterek tepeleri olan mahalleler arasında olurdu.
 
Şehir içinde bir bahçede bazen 2 sokak veya mahalle arasındaki kavga için zemin oluşturdu ise hareket kabiliyeti çok kısıtlı idi.
 
Dövüşler mahallenin gençlerini psikolojik bakımdan, fiziki ve moral bakımından enerjinin harcanması bakımından müspet etkiliyordu ve o mahallenin gençleri fikri ve fiziki bakımdan daha sağlıklı ve mücadeleci oluyorlardı.
 
Dövüşte mertlik hâkimdi. Bugün kıyasıya dövüştüğün diğer mahallenin genci okulda sıra arkadaşın oluyordu. Çok yakın hısım akrabalar da vardı. Örneğin Ömer ağa beyin teyzesinin oğlu Tekin ile karşılıklı çok kavga ettik. Ama küsmek, darılmak veya kin tutmak yoktu. Sanki Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevra ve tatbikatlarında ki gibi bir taraf dost kuvvetleri (mavi) diğer taraf düşman kuvvetleri (kırmızı) temsil ediyordu ve tatbikat sonucu yapılan F.S.İ (Faaliyet sonucu inceleme) gibi birbirimizle rahatça mütalaa yapabiliyorduk. En fazla “nasıl kovaladık” veya “ne kaçıyordunuz lan” gibi tatlı eleştiriler vardı.
 
Mahallenin gençleri dövüşlerde hem adrenalin yükleniyorlar hem de farkında olmadan spor yapıyorlardı.
 
Daha o yaşlarda taktik harekâta ve emir vermeye alışıyorlar ve bu onları insiyatif sahibi yapıyordu.
 
Dövüşler kucak kucağa olmadığı için en fazla taştan yaralanmalar oluyor herkes nerede duracağını da biliyordu.
 
Ben buna askerlik oyunu diyorum şimdi bunu profesyonelce yapmıyorlar mı? (paint ball)ve bu gençlerin hiç biri askerlikte zorluk çekmemiştir.
 
Sapan yani örme sapan marifet isteyen bir işti ben 5 yıl boyunca her dövüşte Rahmetli Babaannemin ördüğü kırmızı sapanımı kullandım. Bu arada sapanı tarif edeyim: Eşit mesafede yün ipten örme iki saplı sağ elin orta parmağına geçecek şekilde bir sapın ucunda ilmek, ortasında ise taş koymak için avuç içi kadar taş yuvası, bu sapanı kullanmak bir marifettir. Sapan sap boyu uzadıkça taşın tesir mesafesi uzar. Tepeden aşağıya 750 metreye kadar etkisini gösterebilir ve vurdun mu uğundurur (İskilip değimiyle) bu dövüşlerde ben dudağıma lastik sapan, gövdeme normal sapan taşı yedim ama Allaha şükür kafama sapan taşı yemedim. Siperli ve kulaklıklı deri şapka giyiyordum bir nevi miğfer.
 
Ve yukarıdaki sapanı örmek için ya benim gibi bu işi bilen bir babaanneniz ve ya bilen bir komşu teyzeniz olmalı idi.  
 
Biz ilkokul yıllarında rahmetli eczacı Adil ÜNAL ile Ömer abinin (Tüzel) çömezleri gibiydik. Ömer abi dürbün ve pelerin ile adeta komutan edası ile dövüşü takip eder taktik verirdi. Sıkışırsak devreye girerdi. Onun sapanının sesi bile karşı tarafı korkuturdu. Bilmiyorum hiç sapan sesi duydunuz mu önce sallarsınız iyice ve parmağınıza geçmiş olan delik diğer sapı aniden bırakırsanız bırakmanız la birlikte şak diye bir ses ve arkasında vın diye bir ses zaten o sesi duydunuz mu yere kapanmak zorundasınız. Tehlike geliyorum diyerek tepenizden geçip gider. Ama herkes sapancı değildir o yüzden korkmanıza gerek yok elinizde direncen veya sopa varsa da taşı karşılayabilirsiniz.

 

Bazen bizi Mutaflar ve meydan dövüşü tatmin etmezdi daha şiddetli olan Çatlakdere Ulaştepe dövüşüne giderdik, tabi Çatlakdere'nin yanında dövüşmek üzere, birgün Yazıran tepesindeyiz Ulaştepeler'de aşağıdan saldırıya geçmiş Ömer abi sapanla taş atıyor bir takım çömezlerde taş getiriyor. O ekipte ayrı, sapandan taş fırlıyor şak diye bir ses ve arkasından vınlama bu sesle saldıranların hepsi yere kapaklanmış, Ömer abi de hem atıyor hem bağırıyor. Ulan yatın yatın ben adamı böyle yatırırım diye işte kavga psikolojisi. Tabii bazen çok yakın olunca psikolojiyi bozmak için İskilip küfürleriyle saldırmak gerekirdi. Yani ellerde çenelerde durmazdı. Ama ertesi gün dün karşı karşıya dövüş edenleri kol kola görebilirdiniz. Hepsi bizim kardeşlerimiz arkadaşlarımızdı. Ve o günlerde o kavga ve dövüşlere iştirak edenlerin hemen hemen hepsi bir yüksekokul mezunu veya iş adamı oldu. Ve ruhen de sağlıklı insanlar oldular. Benim gibi subay olanlar, emniyet müdürü, eczacı, mühendis olanlar çoğunluktaydı.

 

Şimdi bunların tamamı mazide kaldı. Şimdi merak ediyorum İskilip'te çocuklar çelik, dalya, gömme çelik, birdirbir, güvercin taklası, tohalama kulüp bunlar gibi oyunları hala oynuyorlar mı veya biliyorlar mı? Şartlar çok değişti. Artık İskilip gibi dağların ve tepelerin ortasında bir kasabada da yaşasanız, bir apartmanın sıcaklığı içinde saatlerce oturan bir çocuk dünyayı sanal olarak takip ediyor. Ama hayat sadece sanal unsurlardan müteşekkil değil, hiç olmazsa İskilip'te çocuklarımızı toprak ve çamurla yani tabiatla ara sıra temas ettirmeliyiz. Çocukken yağmur yağdığında etli çamurlarla çamur oynardık. Farkında olmadan negatif enerjimizi götürüyormuş ama bilmiyormuşuz.

Bu arada sıcak apartman dairesinden bahsederken Bingöl'de görev yaptığım yıllarda Beritan aşiretinden bir vatandaşımız ile yaptığım konuşmayı da aktarmadan geçemeyeceğim. Bingöl tam bir yayladır. Çevresi İskilip gibi dağlarla çevrilidir. Geçmişte Bitlis Beyi İskender'de yayla için Bingöl'e gelirmiş. Benim görev yaptığım 1997/2000 yılları arasında hayvancılık bitme noktasında gelmişti. Hayvanlarını satmış ve bir kuyumcu dükkânı açmış bir Beritan ile konuşuyoruz:

-  Hacı önceden hayvancılık nasıldı Bingöl’de?

- Vallah komutan 10.000 koyun ve keçi ile Bingöl, Muş ve Erzurum yaylalarında basmadığımız yer kalmadı.

- Peki ya şimdi?

- Komutan, şimdi biz sıcak apartman dairesini gördük, kaloriferi gördük TV’yi gördük, kepenek yerine sıcak yorgan ve yatağı gördük. Artık kimse bizi çıkartamaz o yaylalara.

Evet, iyi mi oldu kötü mü oldu siz düşünün sayın hemşerilerim

Kıssadan hisse!!!!

 

Bu yazı 4021 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar