İSMET USLU
Mustafa Yolcu

Mustafa Yolcu

İSMET USLU

22 Ocak 2017 - 20:15

 

İSMET USLU- 11.04.2012

MY- İsmet Bey bize kendinizi tanıtırmısın.

İU- Kıymetli kardaşım. 1.1.1955 doğumluyum. İlk ve ortaokul tahsilimi İskilip’te yaptım.Azmi milli İlkokulu mezunuyum. Azmi milli ilkokulunun ahşap binasında başladığımız öğretime, 1963 yılında törenle gittiğimiz Misakımilli ilkokulunda 2-3-4. Sınıfı okuduktan sonra, şimdiki yeni binada 5. Sınıfı okuyarak mezun olduk. Okulun bahçe düzenlemesini yaparak, önündeki çamları biz diktik. Okula girişte sağ tarafta bulunan çamlardan, 4.çamı ben, 5. çamı Recep Kömürcü dikti. Yıl sonunda Moliyerin arzuhalci Hasan Efendi adlı oyununu oynadık.  O günün şartlarında başarılı olduk sanırım. Gazeteler fotoğrafımızı aldı. 1971 Yılında evlendim. Rahmetli eşimle 2008 yılına kadar 37 yıl evli kaldık.

Çocukluk yıllarımızdan itibaren, sanatımız fırıncılık oldu. Babam Uysal fırınını çalıştırdı.  17.04.1984 yılında, konağın önündeki dükkânımız yıkıldı. Ondan sonra zahirecilik ve kuru yemişçilik yaptık. 1987 yılında buğday pazarı, terminalin yanına taşında. Allah izin verirse, zahirecilik sanatına ömrümün sonuna kadar devam edeceğim.

MY- Büyüklerimiz bize, konağın önünden veya Dolmanın fırınından ekmeği al gel derdi. Sizin ekmeğinizin özelliği ne idi?

İU- Eski postanenin olduğu yerdeki fırında, Ermeni ustası mayayı ters çevirerek el avucunda yoğurup, katmer katmer ekmek yapmasını öğretti. Bir kilo ağırlığında yapılan bu ekmeğin adı okkalık, 850 gr. ekmeğin adı tayın ekmeği idi.

İskilip’te üveyik buğday dediğimiz sert buğdaydan ekmek yapılırdı. Bizim buğdayımızın mükemmel bir aroması vardı. Organik olarak yetişirdi.  Daha sonra Hibrit tohum ile buğday üretildi. Rusyadan bestoca denilen buğday geldi.  Bu buğday bire kırk verim verdi. Yumuşak buğdaydı. Bizim üveyik buğdayımızın özelliği, diğerlerinde yok. Üveyik buğdayımız daha lezzetli idi.

Önceden İskilip’te iki traktör vardı. İlk defa tarlaları traktörle sürüp, buğday hasatı yapınca, bire yedi verim almışlar. “Aha oynunu belleyim, bu kadar buğdayı nereye koyacağız.” demişler. Traktör olmadan tarlaların hepsi sürülüp ekilemiyordu. Gübre kullanılmıyordu. Dolayısı ile toprak taşlaşmamıştı.  Hibrit tohumlarla birlikte gübre kullanıldı. Toprak taşlaştı.  Meralarımız hayvansız kaldı.

Akşam inekler sürüden gelip, sütleri sağılıp ocağa konulunca, burcu burcu süt kokuları evlerden etrafa dağılırdı. Eskiden dört ayrı sürüye katılan 1200 adet ineğimiz, evlerin önünde kümesler vardı. Çayların içi tavuktan, ördekten geçilmiyordu. Taze yumurtalar yenirdi. Evlerin önünde Çükündürler (meyve saklanan toprak çukur) vardı. Hedikler kaynıyordu. Yapılan yoğurtlar kalaylı helkeler ile çarşıya gelir, dükkânların önünde satılırdı. Komşulara ayran, süt dağıtılırdı. Biz bile dükkana iki helke ile yoğurt getirir 100- 125 kuruşa satardık. Bunlar ile beslenen çocukların yüzünden kan fışkırıyordu. Şimdiki çocukların yüzleri, kireç gibi bembeyaz.

 Eski üveyik tohumları kullanırsak, ekmeklerimizde eski lezzeti buluruz. Bunun için meralarımıza sürüleri salacağız. Hayvan gübresi ile tarlalar organik olarak besinini alacak. O zaman ekmeklerimizde eski lezzeti bulacağız.

Halen İskilip’te keşkek pişmeyen, turşu yapılmayan, mercimekli bulgur pilavı yapılmayan evimiz yok. 2001 Yılında kurduğumuz, İstarge denilen derneğimizden bahsetmek isterim. Unutulmaya yüz tutmuş meyvelerimizin, cevizlerimizin hayata geçirilmesine çalıştılar.  Avrupa birliği eğitim fonundan kredi alınarak, eğitim yapıldı. Eğitimde ağaç yetiştirme, aşılama öğretildi. 34 Kursiyer bu kurstan sertifika aldılar.

Bunun için Osman Çakır, Mehmet Abuhan, Mustafa Sak’a teşekkür ediyorum. Bu konuda, karşılık beklemeden koşturup çalışan Ayhan Uslu ya teşekkür ediyorum.  2003 yılında yapılan bir araştırma’da, İskilip bağ ve bahçelerinde 253 bin adet ceviz ağacı tespit ettiler. Bu ağaçları değerlendirilip, aşılayıp verimli bir hale getirmemiz gerekiyor. 261 bin dönüm ekilebilecek arazimiz var. Bu müthiş bir rant. Bu arazilerimize bakamıyoruz. Boş duruyor. Biz önceden bu bölgeyi besliyorduk.  İskilip büyük bir kültürün üzerinde oturan bakir bir yer. İskilipli arkadaşlarımızın buraya gelip, bu işin ucundan tutması gerekiyor.  Daha oyuk oyuk oyulmadık. Delik delik delinmedik. Meydan çayımız gürül gürül akıyor. Bizim memleketimizde kaynaklarımız hayata geçirilirse, gelirimiz de büyük artış olur. Atıl kalmış alanlarımızın harekete geçirilmesi için, İskilip dışında bulunan hemşerilerimizin de İskilip’e gelerek, bu konularda çalışma yapması gerekiyor.

Sadece olumsuzlukları konuşarak değil, olumlu konuları da dile getirmemiz gerekir. Bizden sonraki jenerasyon bizden örnek almazsa, belki de bizim bu duyarlılığımızı göstermeyecek.

MY- Fırında yaşadığın bir olayı anlatırmısın?

İU- Bir ağabeyim pazar sabahı fırına çömlek getirdi. Bunu fırının fazla kızgın olmayan serin yerinde 3-4 saatte pişir dedi. Bir saat sonra birisi gelip “ Yavu bizim pezevenk güveci ne oldu? “ dedi. Bende” abi yavaş yavaş pişiyor.” dedim. Daha sona başkası gelip güveci sorunca “ Pezevenk güvecini mi soruyorsun.” Dedim. Vay sen bizim güvece nasıl böyle dersin diye bana saldırınca yumruklaştık. Fırında bulunanlar bizi ayırınca “ abi kusura bakma, güvece böyle dedikleri için ağzımdan bu kelime çıktı.” dedim. Kendisine bu nasıl bir güveç diye sorunca; “Çömleğin taban ve duvarlarına ince kesilmiş, dövülmüş kuyruk yağını yapıştırdıklarını. Üzerine soğan, sarımsak, biber, domates, onun üzerine kemiksiz koyun eti, onun üzerine kuyruk yağı, onun üzerine kemikli et, onun üzerine soğan sarımsak, en sonda kuyruğu kapak yapıp beş katlı güvecin ağzını yanmaz kağıt ile bağladıklarını.” anlattı. Güveç böylece pişirildi. On sene sonra aynı güveçten bende arkadaşlara yaptım. Çok güzel oldu. Münasip bir zamanda gelinde, size bu güveçten yapıyım. Kara üzüm ile yiyelim.

Ramazanda varlıklı insanlar, yumurtalı susamlı pide yaptırırlardı. Yumurtacılar kırık yumurtaları gönderir, yumurtalı pide yapılırdı. Şimdi her kez yumurtalı susamlı pide yaptırıyor. O zamanlar fırın çörek, börek, tepsi eti ile dolu dolu olurdu. Bayrama 10 gün kala baklava pişirme başlar, sahura kadar devam ederdi. İyi İskilip baklavası 60 yohadan yapılır, altı saatte pişerdi. Baklavanın üzerine tereyağı konulur, çizilen yerler açılmaya başlanılınca fırında pişirilmeye gelirdi. Benim baklavam beyaz olsun derler. Nasıl beyaz olsun?  Sininin altına çimento kâğıdı koyardım. Sininin üzerine beyaz kâğıt veya yufka koyardım. Onun üzerine gazete kâğıdı konulur, hava almasın diye kenarlarına çakıl taşı konulurdu. İskilip’te yapılan bu baklavayı, Türkiye’nin hiçbir yerinde bulmak mümkün değil

MY- Seni küçükken etkileyen biri oldumu?

İU- En çok Tuzcu oğlunun, baş öğretmen İsmail Atalay Efendiden etkilendim. Bizim iki dükkan üzerimizde eniştemin bakkal dükkanı vardı. Sabahleyin fırında ekmek çıktıktan sonra, kahvaltılık satmak için bakkal dükkanını ben açardım. İsmail hocam Şıh Yavsu camisinden çıkıp, pide almaya fırına gelir, bakkal dükkâna uğradığında bana öğüt verirdi. “Oğlum tırnaklarını uzamadan kes, ellerin, elbiselerin temiz olsun. Terazine dikkat et, müşterinin hakkı üzerine geçmesin. Elbisen eski olabilir ama yırtık olmasın. Helva bıçağı ile peyniri kesme. Yerleri ıslat öyle süpür tozmasın” derdi. İsmail hocam İskilip’in medarı iftiharıdır.  Hamit Çağıl’dan da çok etkilendim. Sabah namazına çarşı camisine gidince başımı okşar” aferin oğlum, çok güzel namaz kıldın, dedenin şanına uygun davranıyorsun. Namaza devam et.” Diye bizi namaz kılmaya teşvik ederdi. Birçok ustamız bize rehber olmuştur. Mehmet Kaymaz müdürümüzden, Ümit Uzel hocamız, Kısar hocamız, rahmetli Veli Yıldız hocamız bize örnek olmuşlardır. Onlardan hayatta kalanlara uzun ömürler diliyorum. Ölenlere Allah rahmet etsin diyorum.

MY- Bizden sonra gelen nesle neler dersiniz.

İU- Ben esnaf çocuğuyum. Esnaf camiasının içinde büyüdüm. Bütün esnafın üye olduğu esnaf kefalet kooperatifinin başkanlığını yürütüyorum. Bizim esnaf kültürümüzde yatan ahilik ilkesi var. Ahievran hazretlerinin ortaya koyduğu ” temizlik, doğruluk. Çalışkanlık” esasları var. Bu bize yeter. Düşünsel anlamda sevginin barışın yanı tasavvufun derya gibi bir kültürü var.  807 Yıl evvel kurulan bu kültürün esasları halen yaşatılıyor.  Bunlara bağlı olursak bu bize yeter.

Sanayi camimizin imamı Sadık İnci hocamız var. Bu hocamız sorumluluğunu genişleterek, Cuma günü şeyh Yavsu camisinde sanayi esnafı ile birlikte toplu olarak namaz kılıp, birlikte kahvaltı yapıyorlar. Dualarını yapıp işlerine dağılıyorlar. Cuma günü namaza gelemeyen cemaati belirleyip, dükkanına gidip niye namaza gelmediğini soruyor. Önceden arasta ağaları, cuma salasından sonra camiye gelmeyeni sopa ile kovalarmış. Ölümü, düğünü olan yere, mesajlaşıp birlikte gidiyoruz. Caminin etrafına ağaçlar çiçekler dikiyor. Kendisi toprağı tepiyor. Yetişemediği yerde esnaf amele tutup bu işi yaptırıyor. Belediye başkanımız konteynır hediye etti. Konteynırın konulacağı yer, bekçinin kalacağı yer olacak. Etrafı yeşillenecek. Dükkanın da işi biten esnaf buraya gelip, çayını içecek. Sanayide işi olanların dinleneceği yer olacak. İskilip güzelliklerin mekanı olacak. Bizler ceklerle caklarla uğraşmayıp, çalışacağız üreteceğiz. İskilip böyle kalkınır.

Mustafa Yolcu- 11.04.2012

 

Bu yazı 3265 defa okunmuştur .

Son Yazılar