İskilip'te sel baskını
Mustafa Yolcu

Mustafa Yolcu

İskilip'te sel baskını

02 Haziran 2008 - 20:52 - Güncelleme: 06 Aralık 2016 - 12:31

İSKİLİP TE SEL BASKINI- 2 HAZIRAN 2008

İskilip’te bahçe sulamak çok zor bir işti.Sabah ezanı ile birlikte kalkılır, karanlıkta uyku mahmurluğu ile yola çıkılırdı.Bahçemiz Abduliçi denen mevkide, değirmen germe cinin altında bulunuyordu.Evden uzaklığı 40 dakika falan sürerdi.

Bahçeye giderken su arkında bulunan su bahçeye doğru 1,5 km. mesafeden yönlendirilir, suyun başka bahçelere akması önlenirdi. Yani erken gelen suyu sahiplenir, sonra gelenler sırasını beklerdi. Bahçeye gelen su kesilir ise bu suyun başkası tarafından kendi bahçesine akıtıldığı anlaşılırdı. Bu durumda yapılması gereken su arkını takip ederek suyun başına doğru gitmek, su nerde çevrilmiş ise oraya kürek ile toprak ve taş atarak suyun önünü kesmek gerekiyordu. Bu şekilde bahçe sulaması bitinceye kadar, suyun takibi yapılırdı.

Annem bahçede durur, su aktığı sürece suyu mayşalama diye tabir ettiğimiz bahçenin ayrılmış kısımlarına tutardı.Bahçe kendi içinde tahta denilen ana parçalara, her tahtada bahçenin büyüklüğüne göre 5-6 mayşalama ya ayrılırdı.

Bizim bahçe 7 tahta büyüklüğünde, 2500.-m2 alanı vardı. Suyun bahçeye girmesi ile sulamanın bitmesi 6 -7 saati alıyordu. Sabahleyin saat 4.00 da bahçeye suyu verirsek, işimiz saat. 10 – 11 gibi biterdi.

Bundan sonra bahçeyi sulamış olmanın, bunu başarmış olmanın verdiği keyif ile evden getirdiğimiz bohça açılırdı. Bohçanın içinde ekmeğimiz, varsa başka bir katık olurdu. Asıl zevkimiz yeşil lahana yaprağını yıkayarak içine yaptığımız domates salatası idi. Domates, salatalık, maydanoz, yeşil soğan bahçeden taze taze koparılır salata için servise konulurdu. Yedi saatlik yorgunluktan sonra o salatayı yemek öyle bir zevkli olurdu ki, kuzu dolmasını aratmazdı.

Rahmetlik annem bir hafta öncesinden bahçeye sulamaya gideceğimizi bildirdi. Bende sulama deyince endişe başlar, bundan kurtulmanın yollarını arardım.

Ben gitmemek için her bahane uyduruşumda annem “o zaman ben yalnız başıma giderim” derdi. O zaman söyleyecek bir şey kalmaz” ana ben seni hiç yalnız gönderir miyim” derdim.

Tarih 26.08.1972 idi. Bahçeyi sulamaya gitme günü geldi çattı. Sabah ezanı okunurken annem gelip beni kaldırdı. Annem sabah namazını kılıncaya kadar bende bahçeye gitmek için hazırlığımızı tamamladım. Yanımıza erzak bohçamız, içme suyumuz, küreğimizi alarak yola çıktık. Meğel denilen çapamız bahçede saklı dururdu.

Su arkından suyu tutarak, suyu bahçemize ulaştırdım. Annem ve ben iki ayrı ağızdan bahçeyi sulamaya başladık. Aradan 30 dakika geçmedi ki bizim su kesildi. Öfke ile bahçeden çıkarak suyu takibe başladım. Su bahçeye 150 metre mesafede kesilerek başka tarafa yönlendirilmiş. Suyu hemen bizden tarafa yönlendirirken; bir taraftan da “bu suyu kim kesti” diye bağırıyor, keseni görmek için etrafıma bakınıyordum. Görünürde kimse yoktu. 

Tekrar bahçeye dönerek sulamaya devam ettim. Aradan 15-20 dakika ancak geçmişti su tekrar kesildi. Bahçeden çıkarak su arkını takibe başladım. Bizim su yine aynı yerden kesilmişti.

Suyu tekrar bizden tarafa yönlendirdim. Gelip giden var mı diye orada biraz bekledim. Yine ses seda yok. Bu sefer oradan biraz uzaklaşarak orayı gözlemeye başladım. Biraz sonra bir teyze gelerek suyu bahçesine çevirmeye başladı. Bizim suyu çevireni bulmuştum.

Hemen oraya giderek “ne yapıyorsun teyze” diye sordum. Bana benim suyumun önünü kesiyorlar dedi. Yaşımın verdiği cahillik ile bağırarak “ Yalan söylüyorsun. Ben sabah ezanı buraya geldim. Bahçemi suluyorum, sen benim suyumu kesiyorsun” diye söylendim. Ayrıca burada beklediğimi, bir daha suyumu keserse kötü olacağını bildirdim. Anneciğim hem bahçeyi suluyor, hem de endişe ile bahçemizde beni bekliyordu. Bahçe sulama sırasında sık sık kavga olurdu. Bahçeye gelerek sulamaya devam ettim. Suyumuz hiç kesilmeden saat 11 gibi bahçeyi sulamayı bitirdik.

Sıra işin zevkli kısmına gelmişti. Bahçede oturduğumuz, yemek yediğimiz yere köşk denirdi. Annem salatalık malzemelerini toplamış, bende salatayı yapacağımız yeşil lahana yapraklarını koparmıştım.

Bahçeye gelirken getirdiğimiz içme suyumuz ile güzelce salatalık malzemelerimizi yıkadık. Annem ustalıkla malzemeleri lahana yaprağının üzerine doğradı. Üzerine tuzumuzu da dökerek ekmek ile salatayı karıştırdık. Artık yemeye hazırdı. Afiyet ile karnımızı doyurduk. Yorulduğumuz için oturduğumuz yerden kalkmayı istemiyorduk.

Eve götürmek için bahçeden topladığımız sebzeleri bohçaya koyarak, eve doğru yola çıktık. Hava kapalı gibi idi. Öğle vakti olmasına rağmen güneş yoktu. 40 dakika yürüdükten sonra eve geldik. Evimiz Hacı piri mahallesinin Hanönü camisinin yanında idi. Camiden sonra Akçay deresi, sonra  çarşı bulunuyordu.

Ocağa çay koyup, birde çay keyfi yapacaktık. Evdekilere biraz yatacağımı, çay olunca beni kaldırmalarını söyledim. Yattım ama uyuyamıyordum. Kuvvetli bir rüzgâr çıktı. Hava aniden karardı. Gök gürültüsü ile birlikte şiddetli bir yağmur başladı. Yağmur adeta bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Yağmur kesildikten sonra aradan 15- 20 dakika geçmiş tiki derenin kenarından sel geliyor diye bağırmaya başladılar. 

Hemen üzerime elbiselerimi giyerek derenin başına gittim. Sel derenin yarısından fazlasını doldurmuş, durmadan da yükseliyordu. Oradan ayrılıp evimizin yanına geldim. Bağrışmalar durmuyordu. Sel köprünün üzerinden de taşmaya başladı. Derenin kenarından sürüklediği traktör römorkunu köprünün başına kadar getirmişti. Römork selin dereden gitmesini engelliyor etrafa taşkına yol açıyordu. Sel caminin etrafından bizim eve doğru gelmek üzere idi ki gürültü ile köprü yıkıldı. 

İskilip’in içinden iki dere akıyordu. Bizde dereye çay denilir. Bunlar Meydan çayı, Akçay idi. Meydan çayının su alma havzası daha büyük olduğundan, buradan daha fazla sel gelirdi. İki çay İskilip’in hemen altında, mezbaha nın yanında birleşirdi. Bu kesişme yeri selin akışını önlediğinden, İskilip’in içinde taşkını meydana geliyordu.

Sel artık çarşının içinden akıyor, herkes merak ile olacakları bekliyordu. Biz evi terk etmiş yakınımızda olan halamlara gitmiştik. Bir süre sonra sel azaldı ve çayın kendi mecrasından akmaya başladı.

Köprümüz yıkılmıştı. Karşıya geçemiyorduk. Bizim mahalleden, Bakırcılar çarşısına insan geçişini sağlayan köprü yüksek yapıldığından o köprü yerinde duruyordu. Birçok evi ve işyerini su basmıştı. Çarşının içi sel rusubatı ile dolu idi. Meydan çayı kenarında bulunan Şeyh Yavsı Camii’nin içini, yarısına kadar sel basmıştı. İçindeki su boşaltılmış ama tüm halıları mılık içinde idi. Halılar toplanmış, temizlenmek için bekliyordu.

Bizim bahçenin de iyice sulandığını düşünüyordum. Sel mutlaka bizim bahçeyi de basmıştı. Hem bahçeyi sulamak için verdiğimiz emeklerimize, hem de suyumuzu kesen teyzeye bağırdığıma üzülüyordum.

İki gün sonra arkadaşlar ile bahçeleri görmek için yola çıktık. Kotu alçak olan bütün bahçeleri sel basmış, içlerini mılık dediğimiz rusubat ile dümdüz etmişti. Bizim bahçeye geldiğimizde aynı durumu orada da gördük. Baştan sona kadar mılık dolmuştu. Artık su ihtiyacı kalmamıştı. Toplanacak sebzesi yoktu. Sadece ağaçlardaki meyvelerı kalmıştı.

Her şeyi veren rabbim dilediği anda da dilediğini alıyordu.

Mustafa Yolcu- 20.09.2008

Bu yazı 2478 defa okunmuştur .

Son Yazılar