TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 12


TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 12

İkinci Kanal Harekâtı: Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'nın Sina ve Filistin Cephesi sırasında, Süveyş Kanalı'na düzenlediği ikinci harekâttır. Harekâtın amacı İngilizleri Mısır'da tutarak, Batı Cephesi'ne kuvvet göndermelerini engellemek ve mümkün olursa Mısır'ı kurtarmaktı. Eğer kanal geçilebilirse, Mısırlı yurtseverlerin Osmanlı ordusunun yanında, İngilizlere karşı ayaklanacağı umuluyordu. Harekât, 4. Ordu komutanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın komutasında gerçekleşti.”

MEHMET’İN İZZETİ NEFSİ

331 Senesinde, ikinci kanal seferini yapan 3. Tümenin 31. Alayı, Elkatıyye civarında düşmanla zaman zaman leh ve aleyhte sonuçlanan muharebe yapmıştı. Bu muharebelerin sonuncusunda tümenin 31. ve 32. Alayları birbirinden uzağa düşmüş ve aralarına girmeyi başaran düşman birlikleri 32. Alayı kuşatmaya başlamışlardı. 31. Alay, en soldaki bir bölüğünü düşman birlikleri üzerine göndererek, 32. Alaya yardım etmek istemişti. Açılıp tesire başlayan bölük, filhakika 31. Alaya doğru ilerleyen düşmanı durdurmuş ve bir kısmını da üzerine çekmeye muvaffak olmuştu.

Bu muharebeler sırasında araziden istifade ederek, bölüğün yanına ve yakınına kadar sokulmuş olan iki düşman makineli tüfeğini susturmak ve mürettebatını esir almak için bölük komutanı, sağ kanadındaki takımını hücuma kaldırmak istedi. Bu takıma mensup Mehmet isminde bir erin, düşmana saldırması için verilen emire rağmen yerinden kımıldamadığı görülünce, bölük komutanı onun yanına kadar giderek onu ileri sevk etti.

Mehmet, ne olduğunu ve neden böyle yaptığını bilmiyor, şaşkınlık geçirdiğini söylüyordu.Muharebe bitmişti. Bölük komutanı bölükte, başka erlerin bu şekilde hareketini önlemek için, Mehmet’i bölük önünde utandırdı. Mehmet mayası bozuk bir insan değildi. O gün nasılsa bir şaşkınlığa uğramıştı.

Bu olayın üzerinden günler geçmişti. Her iki taraf ’da sükûnet vardı. Fakat Mehmet’te, bu sükûnetten dolayı huzursuzluk vardı. Ara sıra çıkan keşif kollarına katılamadığından dolayı, derin bir azap içinde bulunuyordu. Arkadaşları adeta ona küskün, hiç kimse onunla bir iki kelimeden fazla konuşmuyordu. Mehmet bunların hiçbirine aldırmıyordu. O, canı gibi sevdiği bölük komutanının yakınlık duymasını istiyordu. Uzun süren bu duraklama anlarında Mehmet günlerce kendini affettirmek dileğiyle, bölük komutanının çadırı etrafında dolaştı. O, korkak olmadığını anlatmak, taşıdığı kanın Türk kanı olduğunu ispat etmek istiyordu. Sonra köyüne hangi yüzle döner; Ağanın Mehmet’i muharebe de korkmuş diyecekler.

 

Nihayet günlerce süren bekleme den sonra, Mehmet bu fırsatı buldu. 32. Alay Telrafa mevkiinde, düşmanın üstün kuvvetleri ile karşılaşarak muharebeye girişti. Mehmet’in mensup olduğu bölük, alayın en önemli tepesini savunuyordu. Düşman birbirini takip eden insan dalgalarına, havadan ve karadan yaptığı cehennemi ateşlere rağmen; siperlerinde başarılı olmak gayreti ile erlerimizin mukavemeti kırılmıyordu. Bu uçsuz bucaksız kum deryasında, ardı arası kesilmeyen bütün hücumları, kendilerine zayiat verilerek geri püskürtülüyordu. Üstün kuvvetlerine rağmen, başarılı olamayan düşman; bir gün hazırlandıktan sonra, daha kuvvetli, piyade ve hava kuvvetleri ile tekrar saldırıya geçti. Alayın tuttuğu mevzi bir cehenneme dönmüştü. Bilhassa Mehmet’in içinde olduğu bölüğün tuttuğu tepe, bir volkan gibi yanıyordu. Onbeş’lik mermilerin patlaması neticesinde, siperler alt üst oluyordu. Buna rağmen toprağa gömülen Mehmet’ler; yarı cansız çıkarıldıkları siperler içinde bitkin vücutları ile sürünerek,  bir tümsek arkasına siniyor ve yine düşmana ölüm saçıyorlardı.

Bölük komutanı, bu cehennemi andırır ateş sağanağı altında bezginlik getirmeden kendisine doğru koşan bir eri gördü. Er ara sıra tepede patlayan onbeşlik mermilerin patlamasından yuvarlanıyor, biraz sonra kalkıyor ve tekrar koşuyordu.

Yüzbaşı, bu tedbirsiz erini azarlamak için hazırlanmıştı ki birden Mehmet’i karşısında gördü. Takım komutanından haber getirmişti. Mehmet komutanına haberi söylerken kabahat işlemiş bir insan tavrıyla sol kolunu gizlemeye çalışıyordu.

-   “Ne o, yaralısın galiba Mehmet? “

-   “Hayır, komutanım, haberi getirirken düştüm de.”

  Mehmet, geriye sargı yerine götürülmesinden korkmuştu ve bunun için yarasını bölük komutanından saklamıştı.

Yüzbaşı Mehmet’in ruhunu biliyordu. Onu azarladığı zaman bile içi parçalanarak, bu kahraman yavrusuna bölüğün düzeni için korkak demişti. Yaralı olduğunu biliyordu. Fakat Mehmet geriye gitmeyecekti. Evvelce bölüğe kötü bir misal olarak gösterdiği Mehmet’i şimdi yanında alıkoymuştu. 

Düşman, ara vermeden saldırılarına devam ediyor, saldırılarını şiddetlendiriyor ve mutlaka galip olmak için, ne lazımsa her şeyi yapıyordu. Fakat her defasında düşmanın azmi ve iradesi; bu kum tepeleri gerisinde savaşan sessiz, gösterişsiz kahramanlar önünde duruyor, eriyor ve kırılıyordu.

Mehmet sabahtan beri kızgın çöl güneşinin kavurduğu tepede, bir dakika dinlenmeden, bir yudum su içmeden, yaralı koluna rağmen aslanlar gibi savaşıyordu. Her attığını boş geçirmiyor, yorulan arkadaşlarının yardımına da yetişiyordu. Arkadaşlarının önceden, korkak diye yüz vermedikleri Mehmet; şimdi bölüğün yiğit Mehmet’i olmuştu. Hatta birkaç kişi aldıkları yaralara rağmen, Mehmet’ten utandıklarından siperi terk etmediler.

Vakit öğle olmuştu. Düşman sabahtan beri devam eden kanlı boğuşma da yüzlerce ölüsü pahasına ele geçirmeye çalıştığı tepeye, bir adım yaklaşamamıştı. Bu tepe alınmadan alayın diğer mevzilerine girilse bile, orada tutunması güçtü. Bu sebepten tepeyi mutlaka almak maksadı ile eskisinden daha şiddetli, bütün ateş gücünü tepeye doğrulttu. Yıkılan siperler, uçan gövdeler arasında kendisine bir yol açmak maksadı ile ilerlemeye çalışan düşman, iki yüz’den fazla mevcudunun yarısını kaybeden bölük karşısında yine duralıyor ve önünde ilerleyen ateş silindirine rağmen yine saldırısı kırılıyordu.

Mehmetler, toz, duman, sıcak, susuzluk ve öldürücü ateşler altında gittikçe tükenen güçlerine rağmen direniyor ve emir almadan bir karış toprağı terk etmiyorlardı. Tepe de kaynayan bu cehennem altında, Yüzbaşının bulunduğu yerin civarında şiddetli bir patlama ve arkasından acı bir inilti duyuldu. Bir onbeşlik mermi, bu civardaki siperleri süpürmüştü.

Toprak altında kalan birkaç Mehmet’in iç yakıcı sedası henüz kulaklardan silinmemişti ki, Hasan yüzbaşıma bir şey oldu mu? Diyen bir ses vefakâr Mehmet’in sesi duyuldu. Yeniden aldığı yaraya rağmen, ilk hatırına gelen komutanı olmuştu. Yüzbaşı, muharebenin en kızgın devresinde olmasına rağmen yerinden fırladı ve Mehmet’in bulunduğu sipere koştu. Gördüğü manzara feci idi. Mehmet, tüfeğini dizine koymuş, iki eli ile tuttuğu başından oluk gibi kan boşalıyordu. Buna rağmen yüzbaşının sesini duyunca doğrulmak ve sadem’inin tesiriyle ağırlaşan başını doğrultmak istedi. Fakat buna muvaffak olamadı. Mehmet nefsi ile mücadele ediyor ve komutanına böyle görünmüş olmaktan dolayı mahcup oluyordu. Yüzbaşı, şerefli, mert, kahraman evladının, vefakâr Mehmet’in sadakati önünde gözleri yaşardı ve onu sargı yerine göndermek için sıhhiye erlerine haber yolladı. Sipere sedyeleri ile gelen sıhhiye erleri Mehmet’i götürmek istediler. Soluk benizli dermansız Mehmet birden gürledi. Ben, ölü değilim. Yaramı sarın o kadar. Mehmet’i oradan götürmek mümkün değildi. Hatta çok sevdiği yüzbaşısının bile hatırından çıktı. Yüzbaşım, bende daha dövüşecek derman var. Dövüşeceğim dedi.

Erleri kadar kahraman ve kahramanlığa âşık olan yüzbaşı, bu yiğidin son arzusunu kıramadı. Yarası çok ağırdı. Mademki isteği böyle idi, son damla kanına kadar varsın savaşsın.

Biraz sonra Mehmet tekrar doğruldu. Tüfeğini düşmana doğru uzattı. Kolundan ve başından sızan kana rağmen ateşe devam etmek istedi. Tüfeğini doldurdu ve nişan almak için kanlı yüzünü sildi. Sönük ve fersiz gözleri ile uzağa, güneşin battığı yere doğru baktı. Fakat son kurşununu namluya sürmek için açtığı mekanizmayı kapatamadı. Mağrur başı düştü. Bir külçe gibi siperin içine yığıldı.

Mehmet, ben köyüme ne yüzle dönerim diyen Mehmet, fedakârlık, feragat ve kahramanlıkları ile tarihe gömülen ebedi MEHMETÇİKLERDEN biri olduğunu ispat etmişti.

Mustafa Yolcu

[email protected]