Bando ve yağlı güreş


BANDO VE YAĞLI GÜREŞ

 

Yürümeyi, konuşmayı, yemeyi ve özet olarak hiçbirşeyi bilmeyen insanoğlunun çok kısa zamanda ne kadar çok şey öğrendiğini hepimiz biliyoruz. Anadan yavruya doğru olan hissin daha kuvvetli olanı yavrudan anaya doğrudur. Doğumdan itibaren anayı seçebilmeleri bu yüzdendir.

Ben olayları hatırlamasına hatırlıyorum. Fakat zaman koyamıyorum. Okula gidiyor olsaydım üç aşağı beş yukarısı ile bir şey söyleyebilirdim. Fakat sanıyorum okula gitmiyordum.

Öyle zannediyorum ki, okula gitmeyen gençler ve büyükler Halkevine devam ediyorlardı. Herkesin buraya gittiğini söylemekte zor. Biraz varlıklı olanlar gidiyor olmalı. Böyle bir yere gece gündüz gidilmez. Onun da bir düzeni, uyulması gerekli kuralları olmalıdır. Okullar gibi olmalı. Girişi beli, çıkışı belli. Türkocağı derneklerinin kapatılarak yerine Halkevlerinin kurulduğunu ve onların yayın organlarının Ülkü mecmuası olduğunu sonradan öğrendim.

Ayakkabıcı, berber, marangoz, mutaf ve mesleklerini bilemediğim birçok insan sarı kordonlu koyu mavi elbiselerle ortaya çıkınca pek çok şaşırdık. Parlak siperli ve sarı şerit ve kokartlı şapkaları vardı. Kutularından yeni çıkarılmış pırıl pırıl altın sarısı kocaman üflemeli çalgıları göz alıyordu. Koyu renkli elbiseleri, takım dizildiği zaman görmeliydiniz. Küçük ve büyük davulları da vardı. Hep beraber yürüyerek şehir dışında bir yerde devamlı çalışma yapıyorlardı. Durdukları yerde ve yürürken çalma talimleri.

Ben onları hep hava güzel olduğu zaman gördüm. Soğuk ve yağışlı havalarda görmedim. Pek tabirdir ki, böyle havalarda ben de sokağa çıkmadım. Sonraları, yürürken marşlar çalmaya başladılar. Belki askeri bandonun disiplini yoktu ama şehrimize yakışan bir bando idi. Başka şehirlerde olmayan!

Bana göre onların çok önemli iki görevi vardı.

Cumartesi günleri saat bir olduğu zaman bayrağımızı İstiklal Marşı ile göndere çekmek. Şehrimizde o an hayat dururdu. Herkes nerede ise orada dik durur ve marşın bitişini beklerdi. O anda şehrimizin bütün insanları aynı düşünce ile dolar ve memleketimizi düşmanlardan nasıl temizlediğimizi düşünürdü. Biz o zamanlar yokluk ve yoksulluk içinde yaşadığımız halde ekonomik bağımsızlığın ne olduğunu ve kıymetini bilmiyorduk. İkinci olarakta Pazar günleri güneş batarken bayrağı indirmek. Gene herkes ayaktadır. Şapkası olanlar eline almıştır. Resmi olanlar elleriyle selam verirler. Ben en çok onları severim. Ayak topukları bitişik, bir yay gibi dimdik ve açık işaret parmağı şapka siperi hizasındadır. Size bir sır vermeliyim. Hafif hafif dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız şu yaşımda beni duygulandırıyor. Durup seyretmekten kendimi alamıyorum.

Bando takımı zamanla tatil edildi. Elemanları kordon ve şeritleri çıkararak elbiseleri giyip şapkaları taktılar. Kiminin üzerine oturan elbiseler, kiminin izerinde emanet gibi kaldı. Benim merak ettiğim nedir?

Ulusal bayramlarda bu bandonun görev yapıp yapmadığını bilmiyorum. Şehrimize gelen devlet erkanından kimsenin bu bando ile karşılanıp uğurlandığını bilmiyorum. Bando tatil olunca bu kadar güzel pırıl pırıl altın sarısı parlayan aletlerin nereye ve nasıl atılıp ziyan zebil olduğunu bilmiyorum. O zamanlar ilk okulun son sınıflarında olmalıyım.

Ortaokul’un, Cumartesi öğlen ve Pazartesi sabah vakitlerinde okuduğu İstiklal Marşı ile bayrakların çekilip indirildiğini biliyorum. Halkevleri’nin, okulların yaygın olmadığı o yıllarda çok hizmet verdiğini sanıyorum. Spor karşılaşmaları ve tiyatro çalışmaları yapıp yapmadıklarını hatırlamıyorum. Her yıl sonbaharda Halk Evi binası (sonraları sinema oldu) arkasında çok büyük yağlı güreşlerin tertip edildiğini bu gün bile açık seçik hatırlarım. O zamandan beri yağlı güreş pehlivanlarına gizli bir hayranlık duyarım.

Davul-zurna, insanları kıvrak bir hava ile güreş meydanına çağırırdı.

Güreş meydanına paralı giriliyorsa bile biz küçüklerden para almazlardı. Biz de pek ortada dolaşmaz bir kenardan bir ağaç üstünden seyrederdik. Neden ağaç üstü olduğunu hemen anladınız sanırım. Boyumuz yetmezdi. Ben bu güreşlerde parsa denilen bahşiş paranın toplandığını hatırlıyorum. Gene ozamanlar bir güreşin de Hacı Gürani futbol sahasında yapıldığını söylemeliyim. Güreş başlarken yağı ibrikçiler dökerdi. Pehlivan kendi eli ile aldığı yağı kendi vücuduna ve kisbet uçkurluğuda dahil olmak üzere bütün yerlerine sürerdi. Pehlivanlar güreşte bir heykel gibi parlarlardı. Ağızlarını su ile çalkaladıklarını biliyorum. Bir çok güreş gördüm. Belki baştan sona kadar izledim. Hiç bir zaman kavgaya raslamadım. Pehlivanların toprak üzerinde bibirlerine oyun tatbik etmek isterken daha çok toprağa bulanmalarını bu gün bile hatırlarım. Cazgırların gümüş köstekli yelekleri, beyaz kuşakları, manili sözlerini kim hatırlamaz? Ağır ağır güreş meydanında dolaşmaları pehlivanlar üzerindeki mutlak hakimiyetleri görülecek şey değil midir?

Bu güreşleri bildirir siyah beyaz taş baskı ilan kağıtları her yere asılırdı. Şehrimizde yapılan güreşler bölgede meşhurdu. “İskilip yağlı güreşleri” olarak. Eski başpehlivan Hamit Kaplan şehrimizde güreşen pehlivanlardandır.

Yağlı güreşlerde olsun, bando takımından olsun kulaklarımdaki sesleri ve gözümün önündeki görüntüleri beni hep eskiye bağlıyor. Bahsi geçen açıklık alanlara binalar dolmuş, eski binalar yıkılıp çok daha büyükleri yapılmış, insanların hayatlarını kolaylaştırıyorlar. Ben ilerlemeyi durdurmak istemiyorum. Çok daha büyükleri yapılacak ve insanlarımıza hizmet edcek.

Ben bunları yokluklar içinde paylaştığımız güzellikler ve mutluluklara sizi de götürmek ve onlara ortak etmek için anlatıyorum.