Kuşçu’nun gözünden 12 Eylül

Kuşçu'nun gözünden 12 Eylül

Değerli İskilipli hemşerilerim, sözlerime başlamadan önce hepinize saygı sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Her şeyden önce sözlerimin başka yerlere çekilmesini asla istemiyorum. Amacım pirim yapmak birilerini suçlamak veya pişmanlığımı dile getirmek değildir. Yaptığım hiç bir şeyden pişmanlık duymadım. Bunu özellikle belirtmek isterim. Öyleyse bunca yıl sonra bunlar nereden çıktı?

28 Ekim 2016 - 22:36

İskilipin Sesi gazetesi 12 Eylülün yıl dönümünde benden 12 Eylül ile ilgili olarak yaşadıklarımı anlatma teklifinde bulundular. Bende uygun gördüm ve evet dedim. Amacım yaşadığımız o deli dolu günleri gelecek nesillere anlatmak bir muhasebe yapmak ve dersler çıkarmaktır. Burada her türlü eleştiri ve soruya saygı duyarım. Bundan da herkes emin olabilir. Özellikle de cezaevinde yaşadıklarım çok önemli. Olayları ilgiyle takip edeceğinizi tahmin ediyorum.

Birtakım olaylara mecburi olarak girmek zorundaydım veya zorundaydık hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir. Herkesin bir tarafı vardı. Bunu kimse inkar edemez yani artık İskilip diliyle anlatalım. Hemşerilerimize niye anarşist oldum biz anarşist olmadan önce memlekette anarşit olanlar vardı. Bunları kimse bilmez. Daha biz hiç bir olaya karışmadan ülkü ocakları eski başkanımız olan imam hatip lisesi öğretmeni Alaaddin Akelin çay boyunda bulunan evi kurşunlandı bir kaç gün sonrada rahmetli MHP ilçe başkanımız Hüseyin Mıhçının evine bomba koydular ama Allahtan bomba patlamadı.

Sene 1975 ben daha 15 yaşındaydım. Ortaokula öğrencisiydim. Ama bomba koyanı ben buldum. Çünkü onunla kavga etmiştim ve beni açıktan tehdit etmişti. Bizim arkadaşlar fail olarak gomonostlardan şüpheleniyordu ama adamı ben söyledim. Yakalandı ve ceza evine atıldı bomba atan ve kurşunlayanda kim biliyor musunuz? Bir camimizin hocasının oğlu.

İki olayı daha anlatmadan geçemeyeceğim. Birincisi İskilipte sadece ülkücüler olay çıkarmadı. Ülkücüler saldırıya uğradı.

Beni etkileyen bir olayda Ahmet Kahraman isimli bir ülküdaşımız parkta havuz başında 20 kişilik bir gomonost grubun sopalı saldırısında dövüldü. Ben ortaokul birinci sınıfa gidiyordum. Olayı seyrettim küçüktüm korktum kavgaya giremedim. Bu olay bana çok dokundu. Belki de anarşitliğin azını orada kaptım.

Merhametsiz birisi değildim. İnsanlara saygılı aslını sorarsanız karıncayı bile incitmeyecek bir insandım. Bazen şartlar insanın istikametinde belirleyici oluyor. Size bir örnek vermek istiyorum. Sakarya mahallesinde ekmek fırını işletiyordum. Komşumuz ve ortaokuldan hocam olan -saygı ve selamlarımı gönderiyorum ellerinden öpüyorum- Ayla Küyük hanınmefendi elinde bir tavukla fırına geldi.

“Kuşcu şunu kesiver” Aldık mı başımıza belayı. Ben ömrümde kıyıpta tavuk kesemedim. Neyse tavuğu yere yatırdım. Tavuğu kessem kıyamıyom kesmesem hocama rezil olacağım. Bıçak elimde düşünüyom.

“Oğlum ne duruyon kessene” dedi. Ayağa kalktım. Yav hocam kusura bakma ama ben buna kıyamam dedim.  Ayla hocam bir gülmeye başladı ki.. Zaten anında rezil olmuştum bile.. Bana “Lan Kuşcu bi tavuğu kesemedin oğlum sen nasıl teröristsin bunu herkese söylerim” dedi. Hocam Allah aşkına aramızda kalsın dedim. Sonra yoldan geçen birisine tavuğu kestirdik. Ön yazı biraz uzun oldu ama ön yargıları önlemek için bu gerekliydi. Devamında yakalanma ve karakol günlerimi anlatacağım herkese saygılarımı sunuyorum.

 

YAKALANMA VE İŞKENCELER

12 Eylül gelip çatmıştı. O gece Yaşar Kaygısız ve Hamdi Çıbık ortaklığıyla işletilen rahmetli Çolak Yaşara ait fırında çalışıyordum. Eve gitmeyip fırında yatmıştım gece hamur yoğururken Hasan Mutlucan sabaha kadar radyodan kahramanlık türküleri söylüyordu. O gece bir “gomonostluk” olduğu belli idi ama işi çözemedim.

Sabah namazından çıkan bir ihtiyar “lan göbeller inkilap oldu” dedi. Eyvah yandık dedim. Biraz sonra ülkü ocakları başkanımız fırına geldi ve kısa bir durum değerlendirmesi yaptık. Nedim başkan derneğe Azmımilli ilkokulu tarafındaki camdan girmiş ve içerideki bazı evrak ve isimleri askerlerin eline geçmesin diye imha etmişti. Daha sonra başkanla İskilipe hakim bir tepede kaçak yaşayacak ve bir haberci vasıtası ile İskilipten yiyececk ve haber gelecekti. Başkan ayrıldı gitti. Bende 12 Eylül günü akşamı eve geldim. Gece fırına ters yoldan gitmiştim. Açıkcası asker ve polis tarafından yakalanacağımı biliyordum. 13 Eylül sabahı fırıncı ustam ve patronum emniyete giderek fırın işçisi diye çalışanlara sokağa çıkma yasağıyla ilgili belge almıştı. Ben şaşırdım asla bana böyle bir belgeyi vermezlerdi. Çünkü asker ve polisle bir sürü kavgam vardı. Hepside böyle bir fırsat bekliyordu. 13 Eylül akşamı evime giderken Şeyhyavsi köprüsü üstünde beni yakaladılar.

İlk olarak gözümü bağladılar. Sordukları ilk soru “dün gece neden işe gitmedin” oldu. Bende gittiğimi söyledim “biz seni taş mektebin önünde bekledik gelmedin gelseydin işin bitmişti.” Dediler. Yani beni vurmak için beklemişler. Beni yakalayan trafik polisinin evi kurşunlanmıştı ve benden şüpheleniyordu ama şikayetçi falanda olmadı. Her gün yanıma uğrayıp yalakalık yapardı. Her ayda maaşını alınca gönüllü olarak bana makbuz karşılığı para verirdi. İhtilal olunca tabi fırsat ondaydı. Daha sonrada beni lisenin yanında olan askerlik şubesine getirdiler. Trafik polisine birde astsubay eklenmişti. Astsubayı Allaha ve emrindeki askerlere devamlı küfür ettiği için İsmail Çolakla birlikte meydan camisinin önünde dövmüştük. Olayı ayıranda “Müslüman Hasan” olarak bilinen biriydi. Hasan dayım dövdüler diye Allaha küfür eden astsubaya şahitlik yaptı ve onun şahitliği yüzünden para ve hapis cezası aldım. Mahkeme kararı elimdedir bunları yazmamın sebebi kimlerden neden sopa yediğimizin anlaşılması içindir.

Neyse bizi güzel bir yıktılar! Kafamda şeker çuvalı ellerim arkadan bağlanmıştı. Sordukları sorular silahlar nerde? Bombalar nerede? Emirleri kim veriyordu? Kaba ve bilinçsiz salakça sorular. Hepsine red cevabı veriyordum. Daha sonra beni Doğangir köprüsüne götürdüler. Gözlerim kapalı ama suyun sesinden nerede olduğumuzu anlamıştım. Beni öldüreceklerini söyleyerek ne biliyorsam ötmemi istediler. Bende “vurun korkum yok” dedim. Sonra beni cezaevinin yanındaki jandarma karakoluna getirdiler. Yorgunluktan betonun üstünde yatıp uyumuştum. Kaç saat geçti bilmiyorum. Gece yarısı kaymakam geldi. Onunda benle derdi varmış. Meğer park kahvesinde otururken ona da yasak bildiri vermiştim. Birkaç ay önce o bildiriyi Bülent Ecevit “İskilipte bu bildiriler dağıtılıyor”  diye meclis kürsüsünden okumuştu. Bana bildiriyi masaya bırakınca “”ben kaymakamım” demişti. Bende kim olursan ol oku diye terslemiştim. Bu arada rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeşte kaçaktı aranıyordu. Sıkıyönetim tarafından teslim olması isteniyordu. Kendimden çok onu merak ediyordum. Acaba nereye gitmişti? Ona bir şey mi olmuştu? Kafam çok karışıktı gece yarısı olmuştu. Garnizon komutanı teğmen Emin T. ve ateist Başçavuş Halilde gelmişti. Şu işe bakın ki Halil başçavuşun oğluda ülkücülerden sopa yemişti. Yani seçmece sorgu ekibim hazırdı. Yaşım henüz 17 bile değildi o zamanlar..

Yine falakaya yıktılar beni. Emirleri ilçe başkanımız Hüseyin Mıhçı ocak başkanlarımız İsmail Erişen ve Nedim Türkoğlundan aldığımızı söyleyerek bunları kabul etmemi istediler. Birde benden en çok cumhuriyet savcısı Nevzat bey ve Adanalı Hüseyin isminde ülkücü polisin adını istediler. Tabi ki bunu reddettim. Suç kabul etmeyince “bunun suçu yokmuş olsaydı söylerdi” diye benim serbest kaldığımı söyleyerek karakol dışına çıkmamı eve gitmemi istediler. Dışarı çıksaydım kaçıyordu diye vuracaklardı. Bunu biliyordum ama Yozgatlı bir tane asker vardı göz işareti yaptı. “Çıkma” diye. Bende ayaklarım şiş yürüyemiyorum sabahleyin giderim deyince üstelemediler. Nezarete gidip yattım. 6 gün boyunca gece gündüz işkence yaptılar. Artık vurulan sopalara alışmıştım hissetmiyordum. Benim derdim suç kabul etmek değil onların istediği isimleri vermemekti. Bu arada karakolda benim aleyhimde 7 tane dilekçe vermişlerdi. Bombaladı kurşunladı dövdü falan dilekçe verenleri açıklamak istemiyorum. Tek ayak üstünde bekletmeler, bir hafta uyku uyutmadılar. Fiziki ve manevi işkenceler hız kesmeden devam ediyordu. Beni 3 ay ellerinde tutma yetkileri vardı. Yani mutlaka suç kabul etmem ve silah teslim etmem gerekiyordu. Ama bununla bitmezdi. Kimden aldın? Neden aldın? veya başka sorular beni zorlardı. Benim atacağım bir yanlış adım İskilipteki bütün ülkücülerin tutuklanması anlamına geliyordu. Bu nedenle çok akıllı ifade vermem gerekiyordu.

Jandarma karakolunun tuvaleti dışarıda bulunuyordu. ihtiyaç gidermek için dışarı çıktığımda adamın biri avaz avaz bağırıyor. baktım bu bizim meşhur “deli havuz”. hani şu sinemada çalışan ve gür sesiyle “başlıyor” diye bağıran deli var ya aha oydu. “Lan guşcu gördün mü gününü bize sinema oynatmıyodun. Sinemayı basıyodun. Afişleri yırtıyodun..” Deliden al haberi. Dediklerinin birazı doğruydu. Açık saçık film afişlerini yırtardım. Açık ve sol içerikli filmlere tepki gösterirdim. Hırsımdan deliye döndüm. “Nerden çıktı lan bu Allahın delisi” diye isyan etmeye başladım. Tabi içeri girince sorgu ekibim gülüyordu. “Lan Kuşcu senin ne yaptıklarını memleketin delisi bile biliyor sen ne inkar edip duruyorsun” diye. Bunu hiç unutmam. Delide olsa doluda olsa ona kin beslemem mümkün değildi. Memleketimin delisi bile benim için değerliydi. Cezaevinden çıktıktan sonra gene Havuzla dost olduk. Onu fırında ağırladım. Fırındaki okkalıklar havuzuma feda olsun. Konuşup eğlendik. Dediği gene aynıydı ve haklıydı. “Öyle yapıyodunuz ya” Benim için her deli aslında bir evliyadır.

Neyse şimdi gene sorgu faslımıza geçelim.  O günlerde İran Irak savaşı yeni başlamıştı. Televizyonu izleme imkanım yoktu ama sesini duyabiliyordum. En çokta Alparslan Türkeşin kaçmış olması ve aranması moralimi bozuyordu. Başbuğumuzun kaçması o günkü düşüncelerime göre ihtilali yapanların gomonost subayların işi olduğuydu. Aranan ve yakalananlar hep ülkücüydü ben cezaevinin yanındaki karakolda tek başıma sorguya çekiliyordum. Tabiki onlara göre ben özeldim ve madendim. Beni çözdükleri ve konuşturdukları zaman arkadaşlarımızın tamamı tutuklanacaktı. Lisenin yanındaki askerlik şubesinde kimlerin yakalandığını öğrenebiliyordum. Bana şunu tanıyor musun? diye veya şu olayı da sen yapmışsın diye.. Falanca öyle söyledi diye zarf atıyorlardı ve ben bunları yemeyecek kadar karakol tecrübesine sahiptim. İhtilalden bir hafta sonra Kenan Evren bir kanun çıkardı. 20 Eylülden itibaren silahını teslim edenler hakkında soruşturma açılmayacaktı.  Ben bu plan üzerinden ifade vermeye ve silah teslim etmeye karar verdim. İfademi hazırlamaya başladım. Ben o karakoldan suç kabul etmeden ve silah teslim etmeden asla çıkamazdım.Silah teslim edeceğim bu kolay ama nasıl teslim edeceğim zor olan buydu. İsim vermeden başka bir ülkücüyü yakmadan bu işi nasıl başaracaktım. Ya silah başka bir arkadaşımda emanette idi yada diğer silahlar toprakta gömülü ve yanında başka malzemeler vardıki bunu asla göze alamazdım.

En uygun olanı Hayali Korkutoğlu isimli arkadaşıma teslim ettiğim silahtı. Mecburen Hayalinin ismini verdim. Silahı kabul edip onu bıraktırmaktı niyetim. Hayaliyi getirdiler. Hayali Allah için kabul etmedi direndi. Ama ben “Hayali sana verdiğim emanet kutunun içinde silah vardı onu bana ver” dedim. Yani onun kutunun içinde silah olduğunu bilmeden aldı izlemi vermekti. Ben öyle deyince Hayalinin yapacak bir şeyi yoktu. Fakat bir aksilik oldu oda silahı Dündar Kelsaka isminde birisine vermiş. Yani bir silahtan 3 kişi yakalanmıştı. Silahın cezası bir sene idi. Buna karşılık 5 ay hapis yatıp çıkardım. Bu hiç önemli değildi. Önemli olan bombalama kurşunlama gibi olaylardan suç kabul etmemekti. Benim direncim bu konuda olacaktı. En önemlisi ise benim Çorum olaylarına mermi silah ve fırından ekmek gönderdiğim ve Çorum olaylarında kaç adam öldürdüğüm suçlamasıydı. Bunlar asla doğru değildi. Silah getirildi ama sorgu bitmeyecekti. Nereden aldın nereyi kurşunladın? En çokta rahmetli Hüseyin Mıhçı ve İzzet Aratın ismini istediler ama vermedim. Doğru olanda buydu bu konularda herkes Hüseyin Mıhçıyı suçlu görür veya görmek ister ama Hüseyin Mıhçı tamamen bu olaylara soğuk bakan ve onaylamayan bir insandı. Teslim ettiğim silahı bana Alparslan Türkeşin verdiğini beyan ettiğim tutanaklar imzalatmak istediler ve her türlü baskıyı uyguladılar ama ölürümde böyle bir suçlamayı kabul edemezdim.

Bu baskılar sürerken yanımıza 55 yaşlarında dağ köyünden bir adam verdiler. Suçu da çok ağırdı. O şerefsiz adam gidip Çorum çocuk yurdundan bir tane kız çocuğu evlatlık ediniyor ve evlatlığı 12 veya 13 yaşına gelince tecavüz ediyor. Çocuğun köydeki bayan öğretmeni çocuğun davranışlarından durumu anlayıp konuşturuyor ve şikayet ediyor. Konumuza dönelim bu sapığı baya dövmüşler ve bizim hücreye verdiler. Askerler bizimde onu dövmemizi söylüyor ama benim derdim başkaydı ve bu askerin işiydi. 2 gün boyunca bana hiç dokunmadılar ve ben o sapığın yüzünden dinlendim sorgu ekibi hep o adamı falakaya yıktılar.

Sorgu ekibi bana zorla suç kabul ettiremeyeceğini biliyordu. Zaman zaman teğmen ve başçavuş beni odasına çağırıp çay kahve söyleyip iyi asker rolünde beni tatlı dille konuşturmaya çalıştılar. Benim yıllarca hapisten çıkamayacağımı ama bana yardım edeceklerini aslında benimle işlerinin olmadığını, istediği adamlar hakkında onlara yardımcı olmam gerektiğini söylediler. Yaşım daha 17 bile değildi. Kandırılmaya müsait bir insan olduğumu düşündüler. Anlamadıkları bir şey vardı. Benim inançlı bir Türk milliyetçisiydim olduğumu ve ceza ve cezaevi konularında benim kadar tecrübeye sahip olmadıklarıydı ben ve inandığım bir dava için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayacak kadar bilinçliydim.

Onlarla tartışıyoruz adamlar bana ne milliyetçisi olduğumu soruyorlar bende Türk milliyetçisiyim dediğimde kızıyorlardı. Yok efendim Atatürk milliyetçisi olacakmışım. Atatürkü sonuna kadar severim ama Atatürk milliyetçisi değilim kardeşim kişiye göre milliyetçilikmi olurmuş. Zaten Atatürkte Türk milliyetçisi olduğunu kendisi söylemiştir. Adam okumuş teğmen olmuştu ama benim kadar Atatürk bilgisi yoktu.

Bu arada can dostum Emin Çorumlunun yakalandığı haberini aldım. Onunda tam 12 Eylül günü düğünü olacaktı. Tabiki düğün ertelenmek zorunda kaldı. Teğmen bana Emin Çorumlu aşağı karakolda yakalandı şu olayları senin yaptığını söylüyor dedi. Yemedim “yalan konuşuyor gelsin benim yüzüme konuşsun” dedim. Ona da benimle ilgili aynı şeylerin söylendiğinden emindim. Askerlik şubesinde 40 tane falan tutuklu olduğunu söylediler. Bunların tamamı ülkücülerdi. 5 kişi falanda MSPli gençlerdi. Bu arkadaşlarda rahmetli Necmettin Erbakanın Konyadaki mitingine İskilipten giden insanlardı. İsimlerini vermiyorum. Zaten bildiğimiz arkadaşlar Konya mitinginde istiklal marşı okunurken oturup saygısızlık etmek iddiası ile suçlanıyorlardı. Bu yüzden onlara sorguda askerler tarafından İstiklal marşı söyletiyorlardı. Özellikle altını çizmek isterim ki benim İskilip ten Konya mitingine giden arkadaşlar yere oturdu gibi bir suçlamam olamaz.Bu sadece iftira olur orasını ben bilemem. Her nedense karakolda o kadar insan var bir tane bile gomonost yok. Çünkü garnizonun tamamı gomonosttu.

Emin Çorumlu'nun vücudu işkenceden simsiyah olmuştu

Beni ve yanımda bulunan arkadaşlarımı askerlik şubesine getireceklerdi. Başçavuş gene tezgah kurmuştu. “Hüseyin size kelepçe vurmayacağım bu ayıp olur aşağı karakola sizi tek başına ben götüreceğim” dedi. Niyeti belliydi ben cahillik edip kaçacaktım oda beni vuracaktı. Aşağı askerlik şubesine geldik bir süre sonra beni ifadeye aldılar. Orada teğmen bir kaç tane de astsubay vardı. Baktım Emin Çorumluda orada oturuyordu. Teğmen bana dedi ki “Hüseyin İskilipteki bütün olayları sen yapmışsın, Emin öyle söylüyor” dedi. Birbirinizi tanıyor musunuz? Diye sordu. Emin Çorumluda “Ben Hüseyini fırından pide almaya gidiyorum oradan tanıyorum” dedi. Bende “Emin Çorumlu beni tanısaydı düğününe davet ederdi” dedim ve tezgahı boşa çıkardık. Daha sonra ismini hatırlamıyorum bir yer soyulmuş oradan yüklü bir para ve silah çalmışlar “Onu sen yapmışsın” dediler.  Bende  dedim ki onlara “Bana Çorum olaylarından 10 tane cinayet yükleyin kabul ederim ama hırsızlığı kabul etmem”

 Daha sonra aşağı indiğimizde Emin Çorumlu ile birbirimize sarılıp hasret giderdik. Emin Çorumlunun bütün vücudu işkence ve sopadan simsiyah olmuştu. Bunu bizzat gördüm bende. Emin Çorumlu daha fazla üzülmesin diye ona kollarım bacaklarım ve sırtımdaki izleri göstermedim.

Ertesi günü askerlik şubesinde bir telaşe vardı. Bunun sebebi Çorumdan bir yüzbaşı gelecekmiş. Bizde seviniyoruz tabi salak salak.. Yüzbaşı gelince gördüğümüz kötü muameleyi ona şikayet edecektik. Bu arada unutmadan söyleyim Karaveren(Oğuzlar) Belediyesinin MHPli Başkanı rahmetli Hasan Hüseyin Akkuşta tutuklanmıştı. Çok yiğit bir adamdı. Çorumdan gelen yüzbaşıya durumu anlattı. Ama adam oralı bile olmadan yukarı çıktı. Meğer gelen yüzbaşı uzman sorgucu ve işkenceciymiş. İskilipi öttürmeye gelmiş. Beni sorguya aldılar. Kafamda şeker çuvalı nefes bile zor alıyorsunuz.

 -Hüseyin Kuşcu bu mu?

Yanındakiler evet bu komutanım.

Yüzbaşı tekrar soruyor

-Bir yanlışlık olmasın

Yok dediler budur. Yahu adamlar beni yüzbaşıya nasıl anlatmışlar bende şaşırdım. Yüzbaşı dev gibi bir adam bekliyordu demekki. Beni ufak defek gördü adam. Açıkcası beğenmedi.  Bana bir konuşma faslı yaptı. “Sorduklarıma doğru cevap ver kendini ufalattırma” diyor açıkçası… Emrin olur paşam ben 15 gündür boşuna mı çile çektim de sana öteceğim. Bu silah kimin?  Benim dedim. Yok “Bu silah derneğin” diyeceksin! Değil benim silahım dedim. Adama bak ya beni kendi silahımı derneğe yıkmaya ve doğal olarak arkasından hayali bir örgüt çıkarmaya çalışıyor. Bu çok tehlikeli bir suçlama kabul etsem çok kişinin canı yanardı. Nefes alamıyordum ve işkenceden bayılmış olmalıyım ki yüzüme burnuma su ve kolonya tutuyorlardı. Yakalananların ismine göre işkence yapıp bıraktılar. Allahıma binlerce şükürler olsun ki gördüğüm işkenceyi saymazsam o günü de zararsız kapattım.. Yani açık vermedim

 

Askerlik şubesinde bir aya yakın kaldık. Bu arada Emin Çorumlu ve bazı arkadaşlarİskilipte mahkemeye çıkıp oradan serbest bırakıldılar. Serbest kalanlara tabi ki çok sevindik. Bizim Erzincana gideceğimiz söylendi. MSPli yani Erbakancı arkadaşlarla beraber belediye otobüsü ile Çorum kapalı spor salonuna getirildik. Unutmadan söyleyim. Bu arada Mürsel Köse isminde orta okuldan sınıf arkadaşım vardı. Bu arkadaş hiç bir olaya karışmaz etmezdi. Ama çok sallardı.Yapmadığı olayları da yapmış gibi anlatırdı. Gevezeydi yani 12 Eylülden önce olan olayları çevresine hep kendisi yapıyormuş gibi anlatarak hava atıyormuş. 12 Eylül olunca onu istemeyen birisi olayları yapan Mürsel Köse diye şikayette bulunuyor. Onun bu palavracılığı çok çile çekmesine sebep oldu. Ama onun zerre kadar suçu yoktu.

Çorum kapalı spor salonu suçlu suçsuz insanla dolmuştu. Müthiş bir bilgi kirliliği ve karışıklık vardı. İnsanlar kızdıklarına “silahı var” “Olaylara karıştı” diye ihbar ediyordu. Askerler sorgusuz adamı alıp getiriyordu.Ülkücüler bir tarafta solcular bir tarafta yatıyordu.

İskilipten kurtuldum diye sevinirken gene ismim anons edildi. Çağırılan isimlere işkence yapıldığı için adım okununca bir sessizlik hakim oldu. İskilipten hayranlarım gelmişti.  Demek ki beni gene özlemişler. Yine teğmen ve başçavuş İskilipte bir kaç kişiyi almışlar onlarda benim adımı vermişler. Ondan falakaya yıkmışlardı. Yine kabul etmedim. Bu arada bana 4 tane değişik yerlerde çekilmiş fotoğraflarımı gösterdiler. Bunlardan benim haberim yoktu. Belli ki polis veya istihbarat kim çektiyse çekmiş. Takip ediyorlarmış.

Hayatımı solcu Veli amcaya borçluyum..

Çorum kapalı spor salonunda 2 ay kadar kaldıktan sonra bir gece hakimler spor salonuna geldiler ve bizi tutukladılar. Kabul ettiğim suç iki tane ama üzerimde tam 57 suçlama var. Bunlar önemli değil kendi tecrübelerimle kurtarırdım Allahıma bin şükürler olsun.

Tutuklanıp cezaevine gittiğimiz zaman bizi solcuların olduğu kısıma verdiler. Şu işe bak sen. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Cezae evi müdürüyle görüşmek için dilekçe verdim ama bu mümkün değildi. Sadece başgardiyanla görüşebildim. Yanımda da İskilipte bizimle beraber Çoruma gelen Uğurludağdan Mehmet Uyar isimli arkadaşım vardı. Bizi ülkücülerin yattığı kısıma ver dedim.  “Ne lan” dedi başgardiyan. “sağcı solcu mu kaldı”

Çorum cezaevinin durumunu çok iyi biliyordum. Çünkü Arap Türk,  Ahmet Temiz,  Eldivas Soyarslan, Mustafa Deliküçük ve Faik İbik gibi arkadaşlarımız abilerimiz Çorumda yatarken  her hafta veya en az onbeş günde bir onların ziyaretlerine giderdim.

Cezaevinde arkamdan tezgah kurulmaya başlamıştı bile. Bunu biliyordum yanımaİskilipin Sağpazar köyünden kan davasından yatan Mustafa Sağpazar (vefat ettiği için ismini vermekte sakınca görmüyorum) “Hüseyin sana bir halt edecekler dikkatli ol” dedi ve bir tanede kelebek bıçak verdi. O kadar komüniste karşı bir bıçak ne işe yarardı ama en azından bende bir kaç kişiyi götürürdüm. Güvence yani.. Daha sonra Sağpazar köyünden olan rahmetle anıyorum Veli Sağpazar isimli kan davasından yatan amca rahmetli dedemi tanıyormuş Veli amca sol görüşlüydü ama mert ve saygın bir adamdı. Yanında oğlu ve kardeşleri olmak üzere 10 kişilik grubu vardı. Çorumlu Metin Y. adında bir komünist vardı. Onların lideriydi adam göndermiş beni çağırtıyor bende gitmiyorum. Benim onunla ne işim var dedim. Bu arada hemşerimiz Veli amca olayı duyup yanıma geldi onların liderine aynen “Metin bu çocuğa dokunursan karşında beni bulursun. Ölüme kadar yolu var hadi dokun lan” diye meydan okudu. Tabi ki olay büyüyecekti. Komünistler bunu göze alamadılar ben hayatımı hemşerimiz solcu Veli Sağpazar amcaya borçluyum benim oradan sağ çıkmam mümkün değildi.

Hüseyin Mıhçı bize avukat tuttu

Bu arada tutuklu olmamıza rağmen cuntacılar istediği adamı cezaevinden sorguya işkenceye götürüyorlardı. Birkaç gün sonra ilçe başkanımız Hüseyin Mıhçı ziyaretimize geldi ve “Kuşcu sana İskilipte işkence yapan Sefa yüzbaşıyla şimdi konuştum. Yüzbaşı ülkücü senin fazla ceza almayacağını söyledi” dedi. Bende ona “Abi ben aldığım cezadan falan korkmuyorum, Kendimi kurtarırım. Karakolda suç kabul etmekle insan ceza almaz. Silahım temiz görgü tanığı yok. Olayı da ben yapmadım. Mahkemede kabul etmem. Yattığımla kalırım bunların hiç birisinden ceza veremezler” dedim. Sonrada “Abi bu yüzbaşı nasıl bir Ülkücüymüşse bana tam iki saat işkence yaptı. Bayıltana kadar dövdü. En çokta Türkeşin ve senin ismini vermemi istediler” dedim. Rahmetli Hüseyin Mıhçının derdi bize moral vermek birde olanları bildiği için adını vermeyip vermediğimizi öğrenmekti. Hüseyin Mıhçı bize avukat tutacağını söyledi. Bende “Abi buna gerek yok. Ben kendimi savurum” dedim ama dinlemedi. Ertesi gün noterden gelip vekalet alıp gitiler. Bir gün sonrada Çorumlu avukat Ramazan P. yanımıza geldi bizi dinledi. Silahı üçümüzün kabul etmemizi ve cezanın bölüşüleceğini söyledi.Ben şaşırmıştım. “Hocam hiç öyle şey olur mu? O zaman örgüte çeteye giriyor suç ağır cezaya dönüyor” dedim. Avukata olan inancımı oracıkta kaybetmiştim.

Emniyet ve jandarmanın benimle olan ilgisi bitmemişti. Onlar benim hakkımda daha fazla duyum aldıkça beni konuşturma çabasına giriyorlardı ve üzerimde sürekli  baskı kuruyorlardı. Bu sırada Çorum kapalı cezaevinin bir bölümünü askeri cezaevine dönüştürme gayretleri başladı.

Çorum alay komutanı beni çağırıp “Hüseyin İskilipte ne kadar silah varsa bunları bana söyleyeceksin” dedi ve tehdit etti. Yardımcı olursam cezaevinden çıkartacaklarını söylediler. Ama benim arkadaşlarımı satma veya cezaevinden çıkmak gibi bir çabam yoktu. Herşey olacağına varır diyerek Allaha sığındım.

Polis elbisesi giydirdiler İskilip'e getirdiler

Artık gelişmeleri eskine göre daha soğukkanlı karşılıyor kendime yeni savunma stratejileri geliştiriyordum. Askeri yönetim üzerimde baskını artırıken bende kendime göre planlar hazırlıyordum. Çünkü görünürde ne hukuk vardı nede adaleti uygulayacak vicdanlı birisi. Öyle günlerden birinde tekrar çağırıldım. “Hüseyin bize yardımcı ol” dedi.  Bende tamam olacağım dedim. Kendime göre şartlar ileri sürdüm. “İskilipe giderim kimde silah varsa söylerim. Ancak bana Çorumdan bir ekip hazırlayın” dedim. Neden dediler. “İskilipte bana işkence yapanlarla işbirliği yapmam” dedim. “Çünkü onlar solcu hep bizi yakaladılar. Hep bizi dövdüler. Hiç solculara dokunmadılar” dedim. “Tamam ne istersen tamam” dediler. Onlar beni değil ben onları oyuna getirmiştim ve kendi planımı devreye sokacaktım. Ertesi sabah ezan okunurken gardiyan geldi beni idareye çağırdı. Sivil polisler vardı. Bana polis elbisesi verdiler “Giy bunu” dediler. Bende gerek yok dedim. “Can güvenliğin için” dediler gerek yok dedim ama polis elbisesini giyindirerek cezaevinden zimmetli olarak aldılar.

O gün olanları bugün itiraf ediyor

İki tane araç ve sivil polislerle İskilipe gelirken Kanara çeşmesinin başında benim sevgili işkenceci trafik polisim bizi durdurdu. Tek resmi polis elbiseli olan benim ve bana selam verdi ama tanıyamadı. Polisler durumu anlatınca trafik polisi “Kuşcu sonunda civ civ gibi öttün mü” dedi. Bende “he öttüm” dedim. Polislerin hazırladığım tezgahtan haberi bile yoktu. Benim niyetim ülkücü yakalatıyorum diye Çorumdan gelen ekibe solcuları toplatacaktım. Beni gören İskilipteki eski karakolcular sevindiler. “Hüseyin en az kaç silah çıkar” dediler. “Bende Allah bereket versin ne çıkarsa” dedim. “İsimleri ver getirelim” dediler. Bende isim vermem. Adreslerine direk gidip beraber alacağız. Ama İskilipten hiç kimse operasyona katılmayacak”  Dedim. Sadece bir minibüs ve asker verdiler. Ben arabanın içinde oturuyorum üzerimde polis elbisesi var ve ellerim koltuğa kelepçeli. Başımda bir tane polis var. Ali G. in gazete bayisini gösterdim. “Esas başkanımız bu” dedim. Polisler kimseyi tanımıyor. Hemen Ali Gyi aldılar. Sonra kasap kel Hasan sonra da Soğucaklı Hasan, Ümit vs 20 sol görüşlüİskiliplileri aldırdım. Bunları askerlik şubesine getirdiklerinde teğmen ve başçavuşlar şok olmuşlardı. Böyle bir şeyin olacağını asla düşünemezlerdi. Bu arada askerlik şubesinin önü ana baba günü olmuştu. Birikenler vardı ama bu sefer gelenler hep solcuydu. Ali G.ye parmaklarından elektirik verdiler. Direnmek istedi ama direnemedi. Suçlamayı ben yaptım Ali Gin düğününde bir sürü silahlar atıldı bunların ismini vermesini istedim. Hemen teğmen savunmaya geçti “Düğünde silah atan bendim” dedi. Bende ona dedim ki “Bizi silah çıkarmamız için dövüyordunuz bunu neden savunuyorsun” dedim. Bu düğünden en az 15 tane silah çıkar dedim. Daha sonra Ümiti getirdiler ve kısa sürede biri uzun namlulu mavzer ve 14 lü olmak üzere 2 tane silah teslim etti. 

Öyle yemek vakti gelmişti. Çorumlu polisler beni Üçler lokantasında içki içmeye davet ettiler. Ben kabul etmedim. Bu arada polisler yemeğe gidince yanıma Halil başçavuş ve trafik polisi geldi. Trafik polisi beni vuracağını söyleyerek küfür etti. Bende ona küfür ettim.  Ellerim arkadan bağlıydı. Trafik polisi tabancanın kabzasıyla yüzüme vurdu. Bende ona tekme atınca polis çıldırdı gene yüzüme vurdu. Dudağım patladı. Dişim kırıldı. Polise bağırdım. “Delikanlıysan vur lan” dedim. “Ama vuramazsın ver silahı bak ben seni vuruyorum” dedim. Hemen beni sopanın altına yıktılar. Biraz sonra yemekten dönen polisler beni kurtardı. “Çoruma dönüyoruz” dedi. Ben şaşırdım. İtiraf edilen 20 den fazla silah vardı ama sadece Ümite ait olanlar geldi. Polislere rüşvet yediklerini ve bu olayı kapattıklarını yüzlerine karşı söyledim. Halil başçavuş “Ne kadar MHPli varsa hepsini alacağım” dedi. “Bende seni alırım. Bir tane ülkücüye dokunursan bende seni tutuklatırım” dedim. “Sen kimsin lan beni tutuklatıyorsun” dedi. Bende gayet basit dedim benim teslim ettiğim silahta bir adet MKEye ait mermi vardı. Bu mermi asker polis ve bekçilerden başkası kullanamaz taşıyamazdı. Mermi kayıtlarda vardı. Halili can evinde vurmuştum bende MKE mermisini senin sattığına dair dilekçe vereceğim dedim. Adam afalladı. Bunu yaparsam ihtilal şartlarında hiç bir kurtulma şansı yoktu. Hemen sesini kesti. Daha sonra polisler tekrar beni cezaevine teslim ettiler.

Çoruma kurulan askeri cezaevi hazırdı. Bu cezaevinin ilk müşterisi olmakta bana nasip oldu. İsmim okundu ve ben askeri cezaevine alındım. Esas çileli günler bundan sonra başlıyordu. Çileli günler derken hep çileli değil tabi gır gır şamata şaka ne ararsan var…

Onlar bize gomonost gomonost bakarken bizde onlara faşo faşo bakıyorduk

Yavaş yavaş Çorum olaylarından tutuklu olanlar gelmeye başladılar. Sonra Samsun ve Sinop Amasya davasından yargılanan ülkücü ve gomonost tutuklular gelmeye başladı. Amasya ve Merzifon davasında tutuklu olanlarda geldiler. Cezaevi dolmuştu ranzalar eski tahta ranzalardı. Tahta kurusundan uyuyamıyorduk. Askeri cezaevinde ülkücü gomonost aynı koğuşlarda beraber kalıyorduk. İlk önceleri herkes kendi derdindeydi. Kimse kimseye bir şey demiyordu. Ama cezaevinde bir şeyler eksikti. Yani hareket lazımdı. Biz gomonostlarla aynı ortamda nasıl kavga etmeden durabilirdik. Onlarda aynı şeyleri düşünüyorlardı. Gomonostlar sayıca bizden çok fazlaydı ama bizimde evelallah iman gücümüz vardı. Bizler kısımda yemekhane tarafında volta atıyorduk. Gomonostlarda giriş kapısı tarafında. Onlar bize gomonost gomonost bakarken bizde onlara faşo faşo bakıyorduk. Derken bir tane arkadaşımız tuvalete giderken omuz attılar. Kavga başladı. Onlar kavga ederken bizler boş durur muyuz. İki kişinin kavgası 100 kişilik bir kavgaya dönüştü savaş alanımız koridor dardı ve biz bu zorlu maçı 12 ye 3 kazanmıştık. Yani gomonost yaralı sayısı 12 bizim yaralımız 2di. İlk maçı sayı olarak çok az olmamıza rağmen kazanmıştık. Tabi bizi hücreye almışlar gomonostlar koğuşlarda kalmıştı.

Saldıran gomonostlardı ama hücreye bir tane gomonost gelmemişti. İlk kavgada anladık ve yanılmadık ki buradaki idarede gomonosttu. Saatlerce sopa yedik ama “Olsun lan yeter ki gomonostlardan sopa yemeyelim” dedik.

Mahkeme ifadeleri başlamıştı. Tam 57 suçtan ifade veriyordum. İfadeyi Çorumda veriyoruz dosya Erzincan sıkıyönetim mahkemesinde oluyor. Aşağı yukarı her gün mahkemeye çıkıyoruz. Artık hakimler adımı soyadımı doğum yeri ve tarihini ezberlemiş okuyor sonrada doğrumu diye bana soruyordu bende evet diyordum. Durmadan mahkemeye gidip geliyordum

İlçe başkanımız Hüseyin Mıhçının tuttuğu avukat Ramazan P.ye defalarca haber gönderdik ama gelmiyordu.  Bir gün başka birinin yanına gelince beni çağırdı ve direk sordum. “Hocam neden gelmiyorsun. Dürüstçe konuş dedim. Avukatın bana dediği şuydu. “Hüseyin benim avukatlık ücretim verilmedi. Yanılmamıştım ilçe başkanımız bizi kandırmıştı. Ben burada ilçe başkanımızı avukat tutmadı diye asla suçlamıyorum. Böyle bir hakkımda yok zaten ayrıca benim suçlandığım olaylarla onun zaten hiç bir ilgisi yoktu. Bunu en başından söylemiştim.  Zaten o dönemde avukat tutmak çok zor ve masraflıydı. Erzincana gidip gelmek kolay değildi. Biz ilçe başkanımızın maddi gücünü de biliyoruz.  Fakat beni yaralayan bizi kandırmış olmasıydı. Buna gerek yoktu. Bizi tam 6 ay oyaladı.  Avukat zaten benim kadar savunmada yapamazdı. Avukat sadece dosyayı takip ederdi o kadar. Dosya bir bakıyorsun İskilipte, Çorumda Erzincanda Ankarada dosya ve mahkemelerden hiç bir bilgimiz yoktu.  Uzun süre yatmamızın sebebi de dosyaların takip edilmemesiydi. Bu yüzden rahmetli Hüseyin Mıhçı ile aramız biraz açıktı ama ben bunu asla kimseye belli etmedim ve olayı büyütmedim.

Sonra avukat Erdal Ü. cezaevine ziyaretime gelmişti. Yinee kavgadan ötürü hücrede yatıyordum. Dışarı çıkardılar ve subayın odasında Erdal beyle görüşürken cezaevindeki işkenceden sorumlu “Ayı tanker” dediğimiz İhsan başçavuş yanımıza gelerek avukatıma “Bu terörist cezaevini karıştırıp duruyor bunumu savunacaksın” deyince avukat korktu bir laf edemedi. Avukata dedim ki “Abi sen beni savunamazsın burda konuşamazsan Erzincanda seni hiç konuşturmazlar bırak sen yoluna git” dedim

Nedim Türkoğlu, İzzet Arat ve Hüseyin Mıhçı tutuklanıp cezaevine gelmişti. Ocak başkanımız Nedim Türkoğlu geldiği gün hücreye alındı. İşkencede tanker dediğimiz İhsan başçavuşun tahtadan jopu bilek kemiğine gelmiş ve bileği kırılmıştı. Bu manada Nedim Türkoğlunun çok sıkıntı çektiğini biliyorum. Aynı koğuşta kalıyorduk ben Nedim Türkoğluna aynen şöyle dedim “Abi ben bu şerefsiz başçavuşa saldırayım ne darbe vurabilirsem” dedim. Sonucunu da hiç düşünmedim bile ama Nedim Türkoğlu buna izin vermedi. Bizim mahkemeye vermemizden çekiniyorlardı.

Gomonostlar da olan birlik beraberlik bizde yoktu

Cezaevinde gomonostlar çok örgütlü ve birlik beraberlik içinde hareket ediyorlardı. Avukatları gelen paraları erzakları devamlı olarak bir düzen içinde idare ediliyordu. Bunun sebebi de aynı örgütten olmalarıydı.  Bu manada onlara hakkını vermezsek haksızlık etmiş oluruz.  Gomonostlar da olan birlik beraberlik bizde yoktu. Herkes kendi başına hareket ediyordu. Bizler sadece kavgada birbirimize sahip çıkıyorduk. Ortak paylaşım yoktu. Samsun ve Çorumlu olmak üzere 20 taneden fazla cezaevinde parti ve ocak başkanı vardı ama hiç biriside bu dağınıklığı toplama düşüncesinde değildi. Ben büyük olarak onların öncü olmasını istiyordum ama boşuna hepsiyle konuştum. Bu iş böyle olmaz çok mağdur arkadaşlarımız var. Bunun için parası gelen arkadaşlarımızdan para toplayalım. Kantinden ihtiyaç maddelerini alıp dağıtalım dedim. Bana Hüseyin bu görevi sen üstlen dediler. Ben tamam dedim durumu iyi olmayan arkadaşlarımızın çay sigara sabun jilet zarf kağıt ve mektup pullarını dağıtırdım. Erzak dolabı bende olduğu için arkadaşlar bana “analık karnımız aç” diye takılırdı. En çokta Çorumlu Turgut Tuğ isimli arkadaşımız..

Cezaevinde maddi anlamda çok sıkıntılar çektik.  Arkadaşımızın sabunuyla yıkandık, jiletiyle traş olduk. Çay ve sigara içemediğimiz günler oldu. Bizi ayakta tutan tek şey manevi değerlerimizdi. Burada cezaevinde bize bakılmadı edilmedi derken kimseyi suçlamak gibi bir niyetimizde yok. 12 Eylül karmaşasında ocaklarımız işlevini kaybetti. Arkadaşlarımız kaçak durumuna düştü. Dahası dışarıda kaçan arkadaşlarımızın durumu bizden daha da kötüydü. Bunu tahmin etmek zor değil. Bana yardım gönderen arkadaşlarımda oldu. Onları da inkar edecek değilim. Zaten onlarında durumu yoktu. Kısaca 12 Eylüle parasız pulsuz yakalanmıştık. Bunu kabul etmek lazım.

Samsunlu Abdullah isminde bir arkadaşımız vardı. Mahkemede tahliye olacağı belliydi. Onun çok güzel vişne renginde bir deri montu vardı. Eğer tahliye olursa herkes onu almak derdindeydi. Arkadaş tahliye oldu ve montunu bana bıraktı. Gene samsunlu Hasan ismindeki arkadaşım montu alamadığı için deli oluyordu. Bir kış günü ben ikinci kattaki koğuşumdan camı açtım bahçeye bakıyordum. Ziyaret yerinin üstünde asker nöbetçi kulübesi vardı. Yeni acemi asker gelmiş bana düdük çalıyor. “Camı kapat Allahın delisi” diye bağırıp çağırıyor. “Sana ne camdan kapatmıyorum” dedim. Küfür etti bende ona küfür ettim. Eski asker olsa cama falan karışmaz. Onun işi değil ki.. Hem beni de tanır. Nöbetçi asker ortalığı yıkıyor. Beni almaya gelecekler sırtımda da meşhur vişne rengi mont var. Beni mont eşkalinden tanıyacaklar. İşimiz gır gır şamata başka nasıl vakit geçecek. Koridora çıktım bizim montun hastası Hasan baktım orada. Çıkardım ona verdim. “Al lan giyin bunu. Senin olsun” dedim Hemen giyindi. “Kuşcu sen bana bunu durup dururken niye çıkarıp verdin. Bu işte bir gomonostluk mu var” dedi. Bende istemiyorsan çıkar geri ver dedim.  Vermiyorum derken askerler içeriye daldılar. Hop Hasanı kaptılar bizlerde gülmeye başladık. Burada kimse arkadaşına kalleşlik etti tuzak kurdu diye yanlış düşünmesin. Bunlar çok basit işlerdi bizim için. Birbirimizin yerine suç kabul ederiz idam yeriz sopa yeriz ceza yatarız bunu herkes anlayamaz. Bu olay yüzünden Hasan bir hafta hücrede yattı. Sopa yedi ama gene de benim adımı vermedi. Hasan bu olayı kalleşlik olarak görseydi zaten benim adımı verirdi. Bir hafta sonra Hasan hücreden çıktı geldi. Gülüyordu bana dediği “Ben bir hafta bunun yüzünden sopa yedim eğer montu geri istersen seni öldürüm Kuşcu” dedi. Hep beraber gülüştük o mont Hasan tahliye olunca gene bana kaldı.

Cezaevinde canımız sıkılınca veya koğuş değiştirmek istersek mutlaka kavga çıkarırdık. Başka türlü koğuş değiştirmek mümkün değildi. Askeri cezaevinde hergün spor ve 2 saatlik bahçede havalandırmaya çıkardık. En kızdığım şeyde her akşam koğuşlara mikrofondan Atatürkün ilkeleri anlatılırdı ama her akşam bıkmıştık. Artık “Lan Atatürkü sizden çok seviyorum ama bizlere bu kadar eziyet etmeyin yahu bıktık artık” Cezaevinde ısıtıcı ve soba yoktu kış günleri soğuktan çok üşürdük.

Cezaevinde çay ocağını çalıştıran arkadaşlar her akşam içki içerdi. Cezaevinin başçavuşu ile ayrıca aynı çaycı gece evine gider sabahleyin dönerdi. Bu adam aynı zamanda silah kaçakçısıydı. Cezaevinde olan bütün kavgalardan sonra ben hücreye giderdim. Başcavuş hep sarhoş gezerdi. Bir gün gene başka bir kısımda kavga çıkmış bizim haberimiz bile yok. Zaten arada kaç tane kapı var. Beni, Samsundan Hamzayı, Çorumdan Mustafayı bizi de aynı kısımdan aldılar. Çavuş sarhoşa diyor ki “Komutanım bunlar yok. Öbür kısımda kavga oldu.” Sarhoş diyor ki “Olsun mutlaka bunlarda vardır” diyerek bizi gene yıktı. Alışmıştık artık sopa falan kar etmiyordu. Bir gün başçavuş bana aynen şöyle dedi “Lan sen beni çok yoruyon” Lafa bak hele adam beni döverken yoruluyormuş. Benden bıkmış ama ben sopa yemekten bıkmamışım ama adamın dediği aynen doğruydu. Aslında nice başkanlarımız vardı kavgaya karışmaz ranzasından inmez bir gün bile hücreye inmemiş başkanlar biliyorum. Gördüm isim vermeyeceğim. Bunu Çorumlu Turgut Tuğ ve diğer arkadaşlarımız çok iyi bilir. Bir ülküdaşım gomonostla kavga ederken ben nasıl karışmadan durabilirim. Hücrelerde çile çekerken ranzalarından inmeyen ve sayemizde rahat eden başkanlarımızın Çorumda bizi Muhsin Yazıcıoğlu ayrışımında cezaevini karıştırıyordun burayı da karıştırma diye beni suçladığını ve polise şikayet ettiğini gördüm. 4 yıllık askeri cezaevinde yattığım süre içinde 6 ay hücrede yatmışlığım var. Bu bile bir inancın ve davanın anlaşılması bakımından önemlidir. Yaz günleri bile ceketle dolaşırdık kavga çıkarda aniden hücreye alırlar üşümeyelim diye. Bunları neden anlatmaya gerek duyuyorum. Herkesin geçmişte verilen mücadelenin ve inancın önemini anlaması içindir. Bizler en kötü zamanımızda bile kendimizi ve menfatimizi düşünmedik. Hep bizden zor durumda olanları düşündük. Ne kadar zorluklar yaşadıysakta asla kimseye kızmadık gücenmedik suçlamadık ve vazgeçmedik.Ülkücülük asla kavgacılık değildir maceracılık hiç değildir. Bu davaya o gözle bakanlar çoktan dökülüp ayrılmışlardır. Zaten menfatçilik asla değildir olmamalıdır ülkücülük çileye talip olmaktır.

 12 Eylülün en karlı çıkanı avukatlar olmuştur. Burada her avukatı suçlamak gibi bir niyetim yok ama gördüklerimiz şahit olduklarımız yeterlidir. Zaten o günü yaşayanlar bilir. 12 Eylül can pazarında avukatlar çok büyük servet sahibi oldular. Avukatların bir bölümü vurgun yaptılar. Adamın bir kaç yıllık cezası var veya beraat edecek veya tahliye olacak savundukları tutuklulara sürekli korku aşıladılar. En az on sene yirmi sene yatarsın gibi.. Adamın yatmaya gözü kesmiyor. İçeride yatan adam elindeki parasını evini arsa araba altın ne varsa avukatlara yedirdiler.  Mahkemeler Erzincanda olduğu için çok avukat Erzincana bile gitmedi ama cezaevindeki yatanlardan her mahkemede yol ve masraf parası aldılar. Avukat Erzincana gittim diyor ama aynı gün Çorumdaki mahkemeye giriyor. Veya diyor ki Erzincandaki mahkeme heyeti rüşvet yemeden adam tahliye etmiyor. Para ver de onlara yedirelim bunlar büyük rakamlar. Halbuki adam zaten tahliye olacak. Bunun çok örneklerini gördük burada görevini layıkı ile yapan çok düzgün avukatlarda gördük. Aldıkları parayı son kuruşuna kadar hak etmeye çalışan veya yapılan kötü muameler karşısında vicdanları sızlayarak yardım etmeye çalışan avukatlarda vardı. Şunu da belirteyim. Ben Çorumla ilgili konuşuyorum. O kadar hızlı ülkücü geçinen avukatlardan bir tanesi bile bir ülkücü tutuklunun mahkemesine para almadan girmediler. Bir bakıma 12 Eylül ülkücülerin imtihanı olmuştur.  Bu imtihanda çok insan dökülmüştür. Rahmetli annem anlatırdı.  Ben cezaevinde yattığım zamanlar her zaman annemle konuşan görüşen arkadaşlarımın annemi görünce başını başka yere çevirenler olmuş. Bunları hep yaşadık. Ayrıca İskilipte sorgu sırasında ve daha sonra kendisini kurtarmak için benim hakkımda gizli ifade verenler suç yıkanlar… Bunlardan hiç bahsetmeyeceğim bunları iki yüzlülükleri hep yaşadık ama bunların isimlerini de vermeyeceğim bilenler biliyor zaten…

Çorum askeri cezaevinde yatan yüzlerce Çorumlu vardı ama bunların büyük kısmının teşkilatla ilgileri yoktu.  Olaylarda halı buzdolabı çalanlar bile vardı. Bunların içinde işe yarar sağlam karakterli dava adamı Turgut Tuğ, Elvan Karalar, Orhan Çaylak, Şahin Yıldırım, Mustafa Düvencili,  Yücel Bozyel. Kemal Kibiş ve ismini hatırlayamadığım bir kaç kişi daha var. Bu arkadaşlar her türlü kavgaya çekinmeden girerdi. Bana neden hep kavgacıları seviyorsun diyebilirsiniz. Bende size derim ki ülküdaşı kavga ederken bir köşede tavuk gibi pinekleyen adamımı sevecektim yani… Tabi ki hücreye inip sopa yemekten korkuyorlardı. Bir konunun daha altını çizmek isterim. Kavga meraklısı değilim. Ülkücü kendisini her yönden yetiştirmeli. Okumalı, milli manevi ahlaki bakımdan güçlü olmalıdır. Saygılı olmalıdır. Saygı duyulan olmalıdır. Bunu özellikle ifade ediyorum Samsunlu tutuklu 58 ülkücü vardı. Tamamı da teşkilatın içinden gelen yiğit insanlardı. Zaten cezaevini ayakta tutanda Samsun grubuydu. Onlar olmasaydı gomonostlardan üç öğün sopa yer otururduk. Samsunlular her koğuşa dağıldıkları zaman denge olurdu. Gomonostlar bizim 3 katımızdı ve hepside militan ve genç insanlardı. Onlarla mücadele etmek öyle kolay değildi

Cezaevindeki kavgalarda radyo pili kullanmışlar

Samsunlu ülkücülerin mahkemesine az bir zaman kalmıştı. Hem savunmalarına hazırlanmaları hem de onları mahkemeye toplu halde rahat götürmek için mahkeme uzun sürecekti. Bu gibi sebeplerden dolayı 58 kişilik samsunlu ülkücü grubu müşahide denilen bölüme aldılar. Hiç bir koğuşta Samsunlu kalmadığı için denge gomonostların lehine değişmişti. Bunun sıkıntılarını çekeceğimizi zaten biliyorduk ve gomonostların baskısı başlamıştı. Samsunlular zaten beni de istemişler. “Hüseyinde bizim yanımızda kalsın” diye Ama idare kabul etmemiş aynı kısımda ben Turgut Tuğ, Elvan Karalar, Şahin Yıldırım, Yücel Bozyel ve bir arkadaş daha. Toplam Çorumlu olarak kavga edebilecek 6 kişiyiz. Ben koğuştaydım. Şahin Yıldırım yanıma geldi “gardaş gomonostlar bizim yerde volta atıyorlar” Bu çok ağır bir tahrikti. Biraz sonrada Turgut Tuğ yanıma geldi. Öbür koğuşta yaşlı Çorumlu bir amca namaz kılarken boynuna basmışlar dedi. Anlaşıldı dedim “kavga edeceğiz”.

Bir kısımdaki 2 koğuşta 120 kişi vardı. Biz 6 kişiyiz sadece tam 90 tane gomonost var karşımızda. Diğer Çorumlular ya yaşlı ya da kavgaya girmeyen insanlar. Biz kavga planları yaparken gomonostlar sayısal gücüne güvenerek salakça bekliyorlardı. Kavga gece olursa bizim sonumuz iyi olmazdı. Çünkü gece kavgasında askerler uyudukları için müdahale geç oluyordu. Arkadaşlara “neyiniz var” dedim. Gomonostlara vuracak kimsede bir şey yok iki tane radyo vardı. Onların pilini çıkardım. Zaten koğuşta bile olsa bir kaç tane çakıl taşı bende tedbir olarak dururdu. Taş benim her zaman en önemli silahım olmuştur. Çok isabetli ve sert atarım. Elimize de tükenmez kalem almıştık. Vurduğun zaman işe yarıyordu. Arkadaşlara söyledim belli etmeden teker teker tuvalete gidin orada oyalanın. Hepimiz gelince aniden saldırıya geçeriz dedim. Ben geçerken omuz attılar ama planımız bozulmasın diye sesimi çıkarmadım. Onlara tuvaletten bir baktım salakça gezinip duruyorlar. Aniden saldırıya geçtik. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Ortalık karıştı ben 5 tane falan taş ve pil ile gomonost kafası patlattım. Öbür arkadaşlarda görevini yaptılar. Tuvalet çıkış kapısının yanında idi kaçmak için kapının açılmasını bekliyoruz ama kapıdaki asker çay ocağına inmiş kapı açılmadı gecikti. Bu gecikme gomonostların toparlanması anlamına geliyordu. Elimizde onlara atacak malzeme kalmamıştı. Hatta bizim gomonostlara attığımız taş pil bize geri dönmeye başlamıştı. Elimizdeki kalemden korkan gomonostlar fazla yanaşamıyordu. Yumruk tekme yemeye başlamıştık. Gömleğim kan revan içinde kalmıştı ama acı duymuyordum. Askerler kapıyı açınca kendimizi dışarı zor attık. En son kavga ettiğimiz koridora baktığımda karşı tarafın daha fazla yara aldığını gördüm. Bizden sadece bir arkadaşımızın burnu kanadı. Başka hiç birimizde bir şey yoktu. Benim üzerimdeki kanda gomonostlara aitmiş. Askerler bizi hücreye alırken diğer koğuşlarda karışmıştı. Hey Allahım be siftah bizden bereket Allahtan!.. Tabi ki bu kavgadan da hakkımıza düşen sopayı hücrede yedik. Daha sonrada bizi samsunlu arkadaşların olduğu müşahede kısmına verdiler. Burada unutmadan söyleyim. Namaz kılarken boynuna basılan yaşlı amcadan yola çıkarak. Senin olmayan, hakim olmadığın bir vatanda kimseye ibadet hakkı tanımazlar. İnancını yaşatmazlar. Her ne olursak olalım önce vatan diyelim ve bunun kıymetini bilelim. Bir örnekte Filistin Gazze.. Yahudiden izin almayınca Mescidi aksaya bile girip namaz kılamıyorsun.. 

Mübarek bir Ramazan günüydü. İftar saatine az bir zaman kalmıştı. Arkadaşlarla beraber mutfakta salata falan hazırlayıp masayı kurduk ve ezanı beklemek için koğuşa gidip oturduk. Geri geldiğimizde bizim masaya hazırladığımız yiyecekler o masadan alınıp başka bir masaya konmuş. Bizim masaya da gomonostlar oturmuş. Ya Allah Bismillah Allahü Ekber.. Biraz önce özenerek hazırladığım cacık ve salatayı gomonostların kafasına geçirdim. Çadır karıştı. Girdik birbirimize. 25 kişi falan hücredeyiz. Çoğu ülkücü.. İlk defa o gün cezaevinde gomonostlar da başçavuştan sopa yedi. Gece saat 12yi geçti. Oruçluyuz, orucumuzu sopayla açtık. İşkence sesleri duyulmasın diye hücrede kocaman bir emektar radyo vardı onu sonuna kadar açarlar çıkan feryat sesleri radyonun sesiyle karışırdı. O gece ramazandı. Gomonostlar sopa yerken bağırıp duruyorlardı. Sopa yiyen ülkücüler gomonostları sevindirmemek için bağırmıyordu. Hepimizde aynı şeyi yaptık. Biz bağırmadıkça işkence başımız keyif alamıyordu. Daha fazla vuruyordu. Bizim sopa yediğimiz müzik kanalında müzik bitmişti. O zamanlar özel kanallar falan yoktu, sadece TRT vardı. İşkenceciler gürültülü bir kanal ararken Tahranın sesi radyosu çıktı ve ondada Kuranı Kerim okunuyordu. Başka yerde de ses yoktu. Gomonostların hepsi sopayı yemişti geride sopa yemeyen 10 kadar ülkücü kalmıştı. Bir arkadaşımızı yıktılar yere radyodan Kuranı Kerim okunuyordu. Allahsız kitapsız dinsiz imansız sarhoş gomonost başçavuş orada imana geldi Kuranı Kerimin okunmasından etkilendi işkenceyi bırakıp gitti. Sopa yemek için bekleyen arkadaşlar kurtulmuştu. İmana geldin derken sadece o anlık geldi. Gomonost gene aynı gomonosttu.

15 günlük hücre cezası almıştım cezam bitti bahçeye çıktım hücre karanlık olduğu için güneşe çıkınca gözlerim sulandı. Tam oturup dinleneyim derken daha 2 dakika önce hücreden çıkmıştım. Voleybol oynama tartışması yüzünden bahçede kavga başladı. Ben dururmuyum yahu hemen girdim kavgaya. Ya Allah Bismillah Allahüekber… Hemen yerden bir çakıl taşını kaptığım gibi ülkücü arkadaşıma arkadan saldıran Çorumlu Naki isimli gomonostun kafaya tam isabet. Adamın kafa patladı. Olayı haber alan cezaevi müdürü hav

 

Bu haber 10300 defa okunmuştur.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Şehri İskilip Cemiyeti tarihi semercilerarastasını restore ediyor
Şehri İskilip Cemiyeti tarihi semercilerarastasını restore ediyor
İskilip OSB'ye kimse inanmıyordu, şimdi yatırımcı talepleri artıyor
İskilip OSB'ye kimse inanmıyordu, şimdi yatırımcı talepleri...